Ekonomik kriz ve piyasa ideolojisi

Nilgün TUNÇCAN ONGAN

Sınıfsal çelişkinin derinleştiği ekonomik krizler, sermayenin tıkanan kâr olanaklarını genişletmek üzere yeni yapılanmaların devreye girdiği, kapitalizmin yeniden örgütlendiği dönemlerdir. Böylesi zamanlarda, krizin ekonomik yüküne işçi sınıfının katlanmasını sağlayacak kısa vadeli çözümlerden sermayenin kâr olanaklarını genişletecek uzun vadeli stratejilere kadar bir dizi önlem ve yapısal dönüşüm gündeme gelir.

Ana akım iktisadın ve burjuva ideologlarının başlıca işlevi ise bu yeniden örgütlenme sürecinin, sermaye kârı için değil de toplumun geniş kesimlerinin çıkarları için gündeme geldiği algısını yaratmak yani meselenin sınıfsal niteliğini gizlemektir.

Böylesi bir ideolojik çabanın belli anahtar kavramları da bulunur: “Fedakârlık”, “işbirliği”, “dayanışma” ve tabi ki “demokrasi”…

Bu kavramlara piyasa düzeninin ihtiyaçları doğrultusunda yüklenen anlamlar aracılığıyla sistemin doğasındaki sınıfsal çelişki gizlenmeye çalışılır. Toplumsal eşitsizliğin kaynağı konusunda yanılsamalar yaratarak toplumun geniş kesimlerinin bu konuda doğru akıl yürütmesinin engellenmesi amaçlanır.

Buna göre işçilerden beklenen işbirliği ve dayanışma burjuvazinin sınıfsal çıkarlarını koruduğu ölçüde takdire şayandır(!) Ancak aynı dayanışma işçilerin kendi sınıf çıkarları etrafında ortaklaşmaları şeklinde tecelli ederse “hainlik” halini alır.

Kapitalizmin yapay ayrımları işçilerin hak arama mücadelesini demokrasi alanının dışında konumlandırır. Buna karşılık burjuvazinin kendi sınıf çıkarlarını koruyup gözetme çabası ise her daim hak ve özgürlükler alanında yer alır. Örneğin patronun fabrikayı kapatması “teşebbüs hürriyeti” işçinin greve çıkması ise “milli güvenlik sorunu”dur.

İşverenler tarafından toplu pazarlık sürecinin başlıca sloganı haline dönüştürülen “fedakârlık” vurgusuyla işçilerden maruz kaldıkları hak kayıplarını derinleştirecek bir dizi koşula rıza göstermesi beklenir. Örneğin emek gücüyle geçinenlerin alım gücünü gerileten enflasyonun ücretleri arttırmanın değil de baskılamanın gerekçesi haline getirilmesi bunun en tipik örneklerinden biridir. Ekonomik kriz sadece işverenleri etkiliyormuşçasına sendikaların zorlandıkları ödün pazarlıklarını ya da işletme verimliliğini artırmanın toplu pazarlık hükmü yapılmasını da bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.

Çünkü ekonomik krizden çıkış reçeteleri sınıfsal konum ve yaklaşımlar doğrultusunda belirlenir. Ve unutulmamalıdır ki; bu yaklaşımların her biri en az diğeri kadar ideolojiktir.

Hal böyleyken, işverenin sınıfsal çıkarlarını savunmayı “milli çıkar”, işçi sınıfınınkileri savunmayı “ideolojik saplantı” olarak nitelendirmek ise sermayenin kendi ideolojik eğilimlerini gizleme çabasından başka bir şey değildir.

Kaynak: Evrensel