Türk-İş 23. Genel Kurulu, Genel Başkanımızın konuşması

 

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) 23. Olağan Genel Kurulu, 5-7 Aralık 2019 tarihlerinde Ankara’da gerçekleşti. Büyük Anadolu Otel’de yapılan Genel Kurul, Türk-İş Genel Sekreteri Pevrul Kavlak’ın açış konuşmasıyla başladı. Daha sonra söz alan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay çalışma yaşamı gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kıdem tazminatı konusunda mevcut uygulamayı geriye götürecek bir düzenlemeyi kabul etmeyeceklerinin altını çizen Atalay, “Kıdem tazminatı almayan çalışanlar var. Bu çalışanların kıdem tazminatını alması için yapılacak bir düzenlemeye her türlü desteği vermeye hazırız ancak mevcut yapıyı bozdurmayız. Geriye doğru gidiş olursa bizim buralarda durmamızın anlamı yok. Herkes ceketini alıp gitsin” dedi.

Genel Kurul, Türk-İş’e bağlı sendikaların genel başkanlarının konuşmalarıyla devam etti. Genel Başkanımız Kenan Öztürk yaptığı konuşmada dünya, Türkiye ve çalışma yaşamı gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

GENEL BAŞKANIMIZIN TÜRK-İŞ 23. OLAĞAN GENEL KURULUNDA YAPTIĞI KONUŞMANIN ÖZETİ ŞÖYLE:

“Sayın Divan, Sayın Başkan, Değerli delegeler, hepinizi saygıyla selamlıyorum…

23. Olağan Genel Kurulumuzu topladığımız şu günlerde, dünyada savaşlar, göç, açlık ve yoksulluk devam ediyor. Dünyanın birçok bölgesinde süren savaş ve çatışmalar nedeniyle canlar yitiyor. Suriye’de 9 yıldır süren savaşta 400 bin insan yaşamını yitirdi, 12 milyon insan yerinden oldu, 3,5 milyon insan ülkemize sığındı. Bir yandan da adil olmayan, antidemokratik uygulamalar, işçilerin haklarına yönelik gasp girişimleri devam etti.

Dönüp geride bıraktığımız dört yıllık dönemin değerlendirmesini yaptığımızda, ülkemizde yaşananlara ilişkin olumlu şeyler söylemek pek de mümkün değil. Bu süreçte ülkemizde bir darbe girişimi yaşandı. Başta Türk-İş konfederasyonumuz olmak üzere biz hepimiz bu darbe girişimine karşı çıktık, lanetledik. Biliyoruz ki Türkiye’de yaşanan darbelerde en büyük bedeli işçi sınıfı ödemiştir.

Ancak öte yandan, darbe girişimi gerekçe gösterilerek devreye konulan antidemokratik uygulamalarla, en küçük hak kırıntısı dahi yok edildi. Toplantı, gösteri, grev hakkı engellendi;  basın açıklamalarına dahi izin verilmedi. Bu dönemde metal, cam, bankacılık grevleri erteleme adı altında yasaklandı. Sokağa çıkmanın ‘vatan hainliği’ ile eşdeğerde tutulduğu günlerden geçiyoruz. Sayın Başkanın asgari ücretin insanca yaşanacak bir seviyeye çekilmesiyle ilgili bir konuşmasında sarı yelek eylemine atıf yapması bile bir kısım medya tarafından linç kampanyasına dönüştürüldü. Oysa sokağa çıkmak, hakkını aramak demokrasinin olmazsa olmazıdır. Demokrasinin olmadığı yerde hakların garantisi yoktur. Sendikaların, ekmeğe sahip çıkar gibi demokrasiye sahip çıkması gerekir.

Ankara davası, Nurettin Başkan’ın durumu
Bu dönemde sendikal faaliyet suç kapsamına alındı. Ankara şubemizin başkanı Nurettin Kılıçdoğan’ın aralarında bulunduğu 14 şube yöneticimiz, örgütlendiğimiz bir işyerinde, işverenin şikâyeti üzerine göz altına alındı, 7 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Devam eden yargılamada 14 şube yöneticimiz ‘üye sayısını çoğaltarak çıkar elde etmek ve örgüt kurarak işverene baskı yapmak’ suçunu işledikleri gerekçesiyle 1,5 ila 6,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bir sendikacının en temel görevi sendikasına üye kazandırmaktır ancak yöneticilerimizin bu faaliyeti suç kapsamına alındı. Yöneticilerimize ceza yağdıran hakimler, yasadışı FETÖ örgütüne üye oldukları gerekçesiyle meslekten el çektirilmiş. Bu hakimler kararlarını yasaya ve vicdani kanaatlerine göre değil, yasa dışı merkezlerden aldıkları kararlara göre oluşturdukları suçlamasıyla meslekten çıkarılmışlardır. Bu nedenle biz, yargılamanın tarafsız bir şekilde yapılması için Cumhuriyet Başsavcılığı ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Ancak tüm başvurularımız sonuçsuz kaldı ve şube başkanımız Nurettin Kılıçdoğan, 3 yıldan beridir cezaevinde. Aslında bütün bir sendikacılık faaliyetini hedef alan, sendikamız üzerinden tüm sendikacılara gözdağı vermeyi amaçlayan bu cezalar karşısında geri adım atmadık, atmayacağız.

Genel kurullar son dört yılın değerlendirilmesinin yapıldığı, dört yıl içerisinde ne kazanıp ne kaybettiğimizin bir değerlendirmesinin yapıldığı süreçlerdir. Benden önceki konuşmalarda Türk-İş’in ne kadar büyük bir konfederasyon olduğu vurgulandı. Evet, Türk-İş büyük bir konfederasyon üye eş ve çocuklarıyla birlikte yaklaşık 4-5 milyonu bulan bir sayısal güce sahip. Fakat biz bu salonun içerisinde oturarak birbirimize ne kadar büyük bir konfederasyon olduğumuzu anlatmakla sorunlarımızı çözemeyiz. Mesele bizim kendi kendimize ne kadar büyük olduğumuzu vurgulamamız değil, örgütsüz bulunun milyonlarca işçinin evet Türk-İş iyi bir konfederasyon ve Türk-İş bu saldırıları durdurur diyebilmesidir. Türk-İş sahip olduğu bu gücü siyasal iktidarlar üzerinde bir baskı aracı olarak da kullanabilmelidir.

Örgütlenme önünde engeller
Örgütlenme önündeki engellerin devam ettiği, sendikalaşma oranın yüzde 13’lerde olduğu ülkemizde her yıl binlerce işçi sadece sendikaya üye olduğu için işini kaybediyor. Milyonlarca işçinin açlık sınırının altındaki asgari ücretle yaşamını sürdürmeye çalıştığı koşullarda biz çok iyiyiz diyemeyiz. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir baraj sistemiyle karşı karşıyayız. İşyeri için yüzde 50+1 işletme için yüzde 40+1 şartı getirilmiş olup bu şartları yerine getirseniz bile işverenlere 6 gün içerisinde itiraz hakkı tanınmış. İtirazlar nedeniyle mahkeme süreçleri 3-4 yılı bulabilmektedir. Mahkemelerin tümünü kazanıyorsunuz fakat içeride toplu iş sözleşmesi yapacak işçi bulamıyorsunuz. Çünkü işveren zaman kazanıyor ve bu süre zarfında işçileri işten çıkarıyor. Özel sektörde işçilerin e-devlet şifrelerine el konularak sendika üyesi işçiler rahatlıkla kapı önüne konulabilmektedir. Sayın Genel Başkan önüne 1,5 milyon hedef koyuyor, bu koşullarda bunun gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması için daha kararlı bir mücadele kendini dayatıyor.

Örgütlenme önündeki engeller sürerken bir yandan da işçiler yandaş sendikalara yönlendirilerek zorla üye yapılmaktadır. Orman iş sendikasına üye işçilerin baskıyla Hak İş sendikasına geçirildiğini gördük, yine Sağlık İş sendikasının yetkisi düşürüldü. Aynı şekilde Gaziantep’te Büyükşehir Belediyesine bağlı, sendikamızın 15 yıldan beri toplu iş sözleşmesi imzaladığı Gazi-Ulaş adlı işyerinde, bizzat belediye yöneticileri tarafından baskı ve tehditlerle sendikamızdan istifa ettirilen işçiler Hak İş’e bağlı bir sendikaya geçirildiler. İstifa etmeyi kabul etmeyen işçiler, işten atıldı. İşçilere zorla sendika değiştirildiği, istifa etmeyi kabul etmeyenlere ise baskı yapılarak işten çıkarıldığı mahkeme kararlarıyla sabittir.

Demokrasi mücadelesi
Asgari demokrasinin olduğu bir ülkede bile insanların sokağa çıkması, taleplerini dile getirmesi olmazsa olmazdır. Geriye dönüp Türk-İş tarihine baktığımızda, Türk-İş yüzbinlerce insanın katıldığı Ankara mitingleri yapmıştır. İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüşler, yine çeşitli illerde sayısız miting ve gösteriler örgütlemiştir. Ancak ülkede artık sokak lafının bile suç kabul edildiği bir duruma gelinmişken, söz konusu bu antidemokratik uygulamalar devam ederken Türk-İş suskunluğunu korumuştur ve bu gelişmelere yönelik yeterli tepkiyi ortaya koyamamıştır. Oysa işçilerin hak ve çıkarlarını savunmak gibi bir görevi olan bir konfederasyonumuzun aynı zamanda ülkenin demokrasisine sahip çıkmak gibi bir görevi vardır. Demokrasinin ve demokratik hakların olmadığı bir yerde Türk-İş de olmaz, sendikal mücadele de olmaz.

Geride bıraktığımız 4 yıllık döneme baktığımızda, kölelik yasası anlamına gelen Özel İstihdam Büroları bütün tepkilere rağmen yasal hale geldi. Esnek çalışma bütünüyle yaygınlaştırıldı, çalışma yaşamı kuralsız hale geldi. Yine zorunlu arabuluculuk sistemi bu dönemde getirildi.

TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu bu sistemin kime hizmet ettiğini çok net ifade etti. “İş mahkemelerini kaybediyorduk, hükümetimizle görüştük, zorunlu arabuluculuk geldi bu sıkıntıdan kurtulduk” demişti. Yıllarca süren hantal mahkeme süreçleri işçiler üzerinde bir baskı unsuru haline getirildi. İşçiler hak ettiği tazminatın neredeyse yarısına razı ederek mahkemeye giderseniz yıllarca mahkemede sürünürsünüz hakkınız şu kadar ama size şu kadar verelim deniliyor. İşini kaybetmiş çaresiz durumdaki işçi tazminatının az bir kısmını kabul ederek imzalamak zorunda kalıyor.

Kıdem tazminatı grev sebebi
Yine önümüzde yeni saldırılar gündemde. Yeni Ekonomi Programı’nda da açıklandığı üzere kıdem tazminatı gibi, elimizdeki son kazanımlar ortadan kaldıracak tehditlerle karşı karşıya bulunmaktayız. Maliye Bakanı, kıdem tazminatının fona devriyle ilgili açık beyanda bulundu. 1936’dan beri uygulanan, bugün işinin elindeki neredeyse son kazanımı olan kıdem tazminatı tasfiye edilmek isteniyor. Dönem dönem hükümet yetkililerinin kıdem tazminatı ile ilgili işverenleri bu yükten kurtarmak lazım şeklindeki açıklamalarına da şahit oluyoruz. Burada hedeflenen yarıya düşürmektir. Yani bugün çalışanın 30 günlük brüt ücreti üzerinden hesaplanan kıdem tazminatının 15 güne düşürülmesinden bahsediliyor. Biz bu fonların kime hizmet ettiğini İşsizlik Sigortası Fonu’ndan çok net gördük. İşsizlik sigortası fonunun nasıl işveren fonuna dönüştüğünü hepimiz gördük. Hâlbuki bu fon kurulurken işsiz kalan işçilerin asgari yaşamını sürdürmesi amaçlanmış ve amacı dışında kullanılamaz diye özel madde konulmuştur. Buna rağmen fondan 11 milyar lira kamu bankalarına aktarılmıştır. Geçen yıl içerisinde işverene aktarılan miktar ise 12 milyar lira. Kıdem tazminatında eğer kararlı bir mücadele ortaya konulmaz ise akıbeti işsizlik sigortası fonu gibi olacaktır.

İki genel kurulda kıdem tazminatında fona devir ve sürenin kısaltılmasının genel grev sebebidir şeklindeki önergemiz karara bağlanıyor. Elbette ki bu kamuoyuna ve işçi sınıfına verilecek mesaj açısından son derece önemlidir ama asla yeterli değildir. Türkiye’de işçinin 87’si sendikasızdır. Kıdem tazminatının tasfiyesi sadece sendikalı işçinin değil 16 milyon sigortalı işçiyi ilgilendiriyor. Türk-İş sadece üyelerini değil örgütsüz milyonlarca işçiyi kıdem tazminatını bekleyen tehlikeye karşı bilinçlendirmeli ve aydınlatmalıdır. Türk-İş’in, kıdemin fona devrine neden karşı olduğunu, işçilerin hangi hak kayıplarıyla karşı karşıya kalacağını tüm bölgelerde bildiriler ve broşürlerle işçilere anlatması gerekiyor. Aksi takdirde biz bu çalışmayı sürdürmezsek siyasal iktidarın güdümündeki basın ve medya bir günlük işçi de kıdem tazminatı alabilir gibi yalan propaganda ile sesimizin önüne geçer. Eğer geç kalırsak sesimizi duyurma olanağı olmaz.

Asgari ücret, vergi adaletsizliği
Asgari ücret tespit komisyonunun ne kadar anti demokratik olduğunu bilmekteyiz. Konfederasyonumuzun burada tek başına belirleyici olabilme şansı yoktur. Ancak önceden yapılmış bir hazırlıkla masaya gittiğimizde o zaman belirleme şansımız olur.

Geçim sıkıntısı yaşayan işçiler bir yandan da ağır vergiler ile karşı karşıya. Vergi dilimleri nedeniyle sene başında aldıkları ücretler senenin ikinci yarısından itibaren kesintiye uğramakta. Adil bir vergi sisteminin uygulanması konusunda tabanın sendikalardan beklentisi vardır. Vergi adaletsizliğinin düzeltilmesi ve asgari ücretin vergi dışı tutulması ile ilgili yapılan çalışma yetersiz olmuştur. Yapılan açıklamalarla hükümete geri adım attırmanın olanağının olmayacağı açıktır. Asgari ücret ve adil vergi konusunda Türkiye’nin 81 ilinde, daha etkin bir kampanya örgütlenmelidir.

Konfederasyonumuz yaşanan bu antidemokratik uygulamalar ve işçi sınıfına yönelik saldırılar karşısında sadece durum tespiti yapan, muhatabı belli olmayan ortaya yapılmış açıklamalarla bunları durdurmasının olanağı yoktur. Konfederasyonumuz bugünkü politikasızlık durumundan kurtularak daha aktif, daha kararlı bir mücadele çizgisinde olmalıdır. Günlük politikaların ve sorunların peşinden koşarak sorunları aşmamızın olanağı yoktur. Önümüzde zor bir dönem bulunuyor. Ya yüzünü sınıfa dönen, kararlı bir mücadele vereceğiz ya da elimizdeki hakları birer birer kaybedeceğiz. Bugünkü politikasızlığı aşmanın başka yolu yoktur.

Bu duygu ve düşüncelerle genel kurulumuzun başta konfederasyonumuz Türk-İş olmak üzere tüm işçi sınıfına katkı sunması ve hayırlı olmasını diliyor, hepinize teşekkür ediyorum.”