Covid-19, Covid-1984 olmasın! Salgın ve çalışmanın geleceği

Covid-19 ile birlikte çalışma yaşamının da artık eskisi gibi olamayacağı sır değil. Belki de eskisi gibi olamayacakların başında çalışma yaşamı geliyor. Çünkü insanların zorunlu olarak en fazla bir arada bulunduğu mekânlar işyerleri. Salgının etkisini azaltmak üzere kısa vadeli önlemler alınıyor. Ama artık biliyoruz ki orta vadede de çalışma yaşamı başta olmak üzere toplumsal yaşam köklü biçimde değişecek. Aslı sorun, dünyada ve Türkiye’de Covid-19 ile birlikte ve bundan sonra toplumsal yaşamın ve çalışma yaşamının nasıl şekilleneceği.

SALGININ ÖĞRETTİĞİ DERSLER

Covid-19 bize pek çok şey öğretti. Bunlar arasında en önemlisi üretimde ve hizmette emeğin ve insanın rolü. “İşçilerin yerlerini robotlar alıyor” kehanetinin doğru olmadığını, robotların üretimde yeri ve önemi artsa da insan olmadan mal ve hizmet üretiminin olamayacağını bir kez daha gördük. Maddi malların üretimi olmadan, tarımsal üretim ve sanayi olmadan hayatın devam edemeyeceğini gördük. “Post-endüstriyel toplum” veya “bilgi toplumu” illüzyonları ile yüzleştik.

Bizi iyileştiren ve sağlığımıza kavuşmamamızı sağlayanların, ekmeği pişirenlerin, buğdayı ekenlerin, sokakları temizleyenlerin, kargoları getirenlerin, elektrik üretimini sağlayanların önemini ve yerlerinin doldurulamazlığını bir kez daha gördük. Emeğin sıradan bir üretim faktörü olmadığını gördük. Umarım gördük!

Bu salgınla birlikte kapitalizmin körüklediği aşırı tüketim çılgınlığının sınırlanmasının mümkün olduğunu, toplumsal yaşamın ve çalışma yaşamının hızını yavaşlatmanın ve daha insani hale getirmenin mümkün olduğunu gördük. Bu salgında ekolojik felaketi durdurmanın olanaklı olduğunu, başta kapitalist üretimin kendisi olmak üzere doğaya verilen zararı durdurmanın ve ekosistem ile uyumlu bir yaşamın mümkün olduğunu gördük.

Bu salgında kapitalizmin her şeyi metalaştırmasının ve kârlılık ilkesine göre düzenlemesinin nasıl insani, toplumsal ve ekolojik felakete yol açtığını gördük. İnsanın ve toplumun kaderinin kapitalist piyasaya terk edilemeyeceğini gördük.

Bu salgında insan sağlığının, sosyal güvenliğin piyasa terk edilemeyeceğini, dahası temel toplumsal ihtiyaçların kamusal olarak sağlanmasının önemini gördük. Kamusal sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin zayıflatılmasının salgını daha da vahim hale getirdiğini gördük. Demokratik, sosyal hukuk devletinin önemini gördük. Binlerce kitaptan, dersten ve söylevden daha öğretici oldu Covid-19 salgını.

COVID-19, COVID-1984’E DÖNÜŞMESİN

“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözü iki seçeneğe işaret ediyor. Birincisi, toplumsal yaşamın ve çalışma ilişkilerinin daha otoriter, hatta despotik bir hal alması. Siyasal otoriterleşme eğilimlerine bağlı olarak otoriter emek rejimlerinin güçlenmesi. Bir diğer ifadeyle Covid-19’un Covid-1984’e dönüşmesi. Salgına karşı katılımcı ve demokratik yöntemlerle mücadele yerine otoriter yöntemlerin tercih edilmesi, böylece salgından paniğe kapılan halkı otoriter rejimler etrafında konsolide etmek. Aynı şekilde salgından da yararlanarak emek üzerinde denetimi artırmak, böylece salgından emek kontrolü ve sömürüsü için yeni “fırsatlar” yaratmak.

Ciddi sağlık risklerine rağmen pek çok ülkede ekonominin açılması, “ekonomik bedel” yerine insan kaybının göze alınması ile üretim ve hizmet sürecindeki yeni kontrol mekanizmaları bunun işaretleri ile dolu.

Öte yandan salgının yaratacağı işsizlik, yoksulluk ve eşitsizlikler nedeniyle ortaya çıkacak toplumsal talepleri ve tepkileri bastırmanın bir yolu olarak da otoriterleşmenin hem siyasal hayatta hem de çalışma hayatında artacağını öngörebiliriz. Orwell’in meşhur romanı 1984’e istinaden bu eğilim “Covid-1984” olarak adlandırılmaya başlandı.

Covid-1984 örneklerine ülkemizde de rastlanmaya başlandı. MÜSİAD’ın “izole üretim üssü” veya “modern çalışma kampı” planı bunun en çarpıcı örneği olarak görülebilir. İşçilerin aileleri ile birlikte yaşayabilecekleri ve dünyadan izole edilmiş bir distopya, sermayenin yükselen yeni örgütü MÜSİAD tarafından pazarlanmaya başlandı. Böylece servis ücretinden, yolda geçirilen zamandan da tasarruf edilir. Hatta bu sürelerde de çalışılır. Kapısına da kim bilir, “Çalışmak özgürleştirir” yazılır. Cin fikirli sermayedarlar tarafından hazırlanan bu izole edilmiş ve konaklama sağlanmış yeni çalışma kamplarına (Organize Sanayi Bölgelerinin modifiye edilmiş hali) iş hukukunun pek uğramayacağı sır değil. Dahası buralara sendikaların ulaşması, işçilerin örgütlenmesi de hayal olacaktır.

PANOPTİKON BİR HAPİSHANE OLARAK İŞYERLERİ

Covid-19 süreci işçilerin üretim sürecinde daha fazla kontrolünün de önünü açıyor. MESS tarafından geliştirilen SAFE adlı uygulama da bir diğer Covid-1984 örneği olarak ele alınabilir. Salgına karşı benzer yazılımlar dünyanın her tarafında yaygınlaşıyor. Salgınla mücadele ile sınırlı olarak kullanılması mümkün olan bu yazılımlar sıkı kurallara bağlanmadığı sürece birer elektronik kelepçeye ve emek denetim mekanizmasına dönüşebilir. İşyerleri birer panoptikon hapishane haline gelebilir. Panoptikon hapishane, mahkûmların her an izlenebileceği ancak ne zaman izlendiklerini bilemeyecekleri, dolayısıyla sürekli gözetim kaygısıyla kontrol altına alındıkları distopik bir tasarım.

Emek çeşitli kontrol mekanizmaları ile giderek artan bir denetimle yüz yüze. Hatta bu denetim işçilerin özel yaşamlarına da sirayet ediyor. Covid-19 sürecinde evden ve uzaktan çalışmaların artmasıyla birlikte emek denetim mekanizmaları daha da artmaya başladı. Kimi işverenlerin evde çalışmayı kameralarla izlemesi bunun yeni bir örneği. Sermayenin bu süreçte yeni emek kontrol mekanizmaları ile daha otoriter ve hatta despotik işyeri/fabrika rejimleri kurması olası. Covid-19’un yarattığı toplumsal ruh hali bunu kolaylaştırıcı nitelikte.

BAŞKA BİR YOL HARİTASI

Covid-19’dan demokratik bir seçenekle de çıkmak mümkün. Çalışmanın insanileştirilmesi, işyerlerinin demokratikleştirilmesi ve emeğin meta olmaktan çıkarılması bir başka seçenek olarak karşımızda duruyor. Kapitalizmin kârlılık ve piyasa dogmaları karşısında kamu yararı, toplum odaklı bir seçenek daha var.

Tıpkı yavaş şehirler gibi daha “yavaş” bir ekonomi ve toplumsal yaşam mümkün. Kapitalist rekabetin hızlandırdığı ve çılgınlaştırdığı sosyal yaşamı ve toplumsal yaşamı sakinleştirmek, hızını düşürmek mümkün. Kapitalizmin körüklediği tüketim çılgınlığını azaltmak mümkün. İhtiyacından fazlasını tüketmeyen, insan emeğini ve doğayı daha az tüketen bir yaşam mümkün. İşyerlerinin demokratikleştirilmesi, çalışma sürecinin insanileştirilmesi mümkün.

Covid-19 salgınından çıkış sürecinde bu seçenekler çok tartışılacak. Bugünlerde gündeme gelen iki öneri paketinden söz etmek istiyorum. Biri dünya çapında bir bilim inisiyatifi. Yüzlerce üniversiteden binlerce bilim insanı Covid-19’dan çıkış için “çalışma yaşamının demokratikleştirilmesi” başlıklı bir bildirge açıkladı. Ayrıntı için: democratizingwork.org

Bildirgeye göre dünyadaki yaşamın sürdürülebilirliğini sağlamanın başka bir yolu var. Çalışma hakkı ve güvencesinin öneminin vurgulandığı bildirgede şöyle deniyor:

“Mevcut kapitalist sistemde emek, gezegen ve sermaye arasında bir denge bulunmaya çalışıldığında, kaybedenin hep emek ve gezegen olduğundan emin olacak kadar deneyimimiz var.”

“Kendimizi daha fazla kandırmayalım. Sermaye sahiplerinin ve şirketlerin çoğu, ne emekleriyle şirketleri var eden insanların onurunu umursayacaklar ne de yaklaşan çevresel felaketle mücadele edecekler.”

“Bunların gerçekleşmesini umutsuzca beklemektense, dünyadaki yaşamın sürdürülebilirliğini sağlamanın başka bir yolu var: İşyerlerini demokratikleştirmek, emeği meta olmaktan çıkarmak ve insanı ve emeğini sadece bir ‘kaynak’tan ibaret görmekten vazgeçmek.”

Ülkemizde Covid-19’dan çıkış için bir yol haritasını ise DİSK hazırladı: shorturl.at/frtX3. DİSK’in yol haritası salgından çıkış için demokratik ve kamucu bir seçenek sunuyor ve emeği koruyacak düzenlemeler öneriyor. Salgın sürecinin katılımcı ve şeffaf biçimde yürütülmesini savunan DİSK, emeği korumak için işten çıkarma yasağının sürmesini, çalışma sürelerinin kısaltılmasını, işyerlerinde çalışanların sağlığının korunmasının temel öncelik olmasını, aile sigortası uygulaması ile güvencesiz kesimlerin sosyal güvenceye kavuşturulmasını, yeni bir bütçe ve köklü bir vergi reformu yapılmasını, kamu istihdamının artırılmasını savunuyor. Dünya sendikalarının da benzer politikalar savunduğu biliniyor.

Covid-19 salgını ve krizi tehditler ve riskler kadar yeni olanaklar da barındırıyor. Bu salgının daha otoriter ve daha eşitsiz bir dünya yaratması mümkün, hatta bu yönde çok alametler belirdi. Ancak bu salgından demokratik ve insani bir dönüşümle, yeni bir toplumsal düzenle çıkmak için mücadele etmeye değer!

Kaynak: Aziz Çelik/Birgün