Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir Yazdı; İşçi Sınıfı ve Savaş

İşçi Sınıfı ve Savaş: “Bizler, Barışı Hem Üretmeye Hem de Yönetmeye Adayız!”

gamze_yucesan

Prof. Dr. Gamze YÜCESAN ÖZDEMİR /Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi

21. yüzyılın başında dünyanın bir çok bölgesinde savaşlar ve çatışmalar sürüyor. Türkiye toplumu da bu süreçte hem Suriye’de hem de Güneydoğu’da süren savaş ve çatışma ortamının doğrudan etkisi altındadır. Savaşları, çatışmaları, nedenlerini ve niçinlerini açıklamak için sınıfsal bir bakış açısı kritik bir öneme sahiptir.

Sınıfsal bakış açısı, gündelik hayatta başımıza gelenleri ve genel olarak etrafımızda yaşananları anlamaya ve açıklamaya çabalarken bizlere net cevaplar ve tavır alışlar sunar. Sınıfsal bakış açısı, bir olay üzerine düşünürken, bu olayı sermaye sınıfı açısından ve işçi sınıfı, emekçiler açısından değerlendirme imkanı sunar.

“Savaş” ve “barış” kavramları üzerine düşünelim. Savaş her durumda kötü, barış her durumda iyi midir? Farklı bir şekilde sorarsak, “emekçiler için daha iyi bir yaşam savaşı vermek” kötü bir şey midir? Ya da barış üzerine düşünürsek, kapitalist ve emperyalist güçlerin, “bu ülkeye barış götürmeye gidiyoruz” dediği durumlarda barış iyi bir şey midir? Dolayısıyla, savaşa ve barışa da sınıfsal bir bakış açısı gerekir. Savaşı ve barışı emekçilerin gözünden değerlendirmek önemlidir.

Kapitalist devletlerin savaşı işçi sınıfları için ne anlama gelir? Bu soruyu dört altbaşlıkta inceleyeceğim: a. milliyetçi, etnik ve mezhepçi çözülme, b. yoksulluk, c. göç ve d. sınıf iradesinin kaybı. Son bölümde ise, “emekçilerin barış talebi ne olmalıdır?” sorusunu tartışacağım.

Milliyetçi, Etnik ve Mezhepçi Çözülme
Kapitalist devletlerin savaşları, emekçileri milliyetçi, etnik ve mezhepçi bir çözülme sürecine götürür. Milliyetçi ideoloji ile, farklı ülkelerin emekçileri karşı karşıya gelirler. Diğer yandan, aynı ülke içinde emekçiler etnik ve mezhepçi yarılmalar ile karşı karşıya gelebilirler. Yaklaşık beş yıldır süren Suriye İç Savaşı tam da böyle bir sürece işaret etmektedir.

Emekçilerin ortak mücadelesinin milliyetçiliklerle bölünmesine karşı anıtsal bir duruşu Rosa Luxemburg sergilemiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Almanya’da esen milliyetçi rüzgar Alman Sosyal Demokrat Partisinin de milliyetçi eğilime yönelmesine neden oldu. Bu değişim Luxemburg’un fikirleri ile tamamen tezatlık oluşturuyordu. Milliyetçilik akımına karşı durdu. O’na göre, emperyalistler kendi savaşları için işçi ve köylülere üniforma giydirerek onları birbirilerini öldürmeye gönderiyor, tüm liderler de bu politikayı destekliyordu. Rosa Luxemburg, “o zaman” diyordu, “Emekçiler, barış döneminde birleşin! Savaş döneminde birbirinizi boğazlayın!”

Emekçiler arasında milliyetçi, etnik ve mezhepçi çözülmeyi sermaye sınıflarının kendi çıkarları doğrultusunda istediği açıktır. Bu noktada, bu çözülme süreçlerine, farklılıkları sürekli dillendirmenin de bu sürece hizmet ettiğini vurgulamak önemlidir. Önce bölüp sonra bir araya getirmek, emekçilerin ortak mücadelesi açısından sorunludur. Emekçileri birleştirecek olan, onların farklılıklarının değil, ortaklıklarının altını çizen bir siyasettir.

Yoksulluk
Kapitalist devletlerin savaşları, emekçiler için ölüm demektir. Herkes bilir ki, sermaye sınıfının çocukları, siyasal iktidarın çocukları gitmez savaşa ve ölmez savaşta. Halk çocukları ölür.

Ölümden kurtulan halk için ise yoksulluk kaçınılmazdır. İkinci Dünya Savaşı’nı tüm şiddetiyle yaşamış olan ünlü Alman şair Bertolt Brecht şöyle açıklıyor emekçi sınıfların yoksulluğunu: “Bittiği gün en son savaş. Bir yanda yenilenler vardı gene, bir yanda yenenler vardı. Yenilenlerin yanında kırılıyordu halk açlıktan. Yenenlerin yanında halk açlıktan kırılıyordu.”

Yoksulluk en çok kadınları etkilemektedir. Yakılan yıkılan bir coğrafyada, ölen gençler ve erkekler arasında kadınlar yaşamı sürdürme mücadelesi vermektedirler. 1950’li yıllarda, Vietnam’da savaş sürecinde Topuzlar Hareketi, kadınların farklı bir örgütlenmesini göstermesi açısından değerlidir. Kadınların saçlarını toplama biçimi olan ”topuz”dan ismini alan Topuzlar Hareketi, gönüllü kadınlardan oluşmuştur. Eylem tarzları daha çok kitlesel protesto gösterileridir. Felakete uğrayanlar için yardım toplamak, kimsesiz çocuklara bakmak, tazminat ödenmesi için protesto gösterileriyle hükümeti zorlamak, askerleri etkileyip kimyasal savaşa karşı imza toplamak Topuzlar Hareketi’nin yürüttüğü çeşitli faaliyetlerinden bazılarıdır.

savas

Göç
Savaş koşulları işçi sınıfı için göç demektir. Göçler ile emekçiler bir yandan evlerini ve doğup büyüdükleri toprakları terk etmemektedir. Diğer yandan ise, gittikleri ülkelerde, gittikleri bölgelerde ucuz emek olarak artan sömürünün kollarına atılmaktadırlar.

Göçün emekçiler için ne ifade ettiğinin en açık ifadesi Suriyeli göçmenlerdir. Uluslararası Göç Örgütü’nün açıklamalarına göre, beş yıldır süren savaşın sonucu, parçalanmış ve artık bir ülke olmaktan çıkarılmış bir ülkeyi terk ederek hayatta kalmaya çalışan 6 milyonu aşkın Suriyeli mülteci bulunmaktadır. 5 bin Suriyeli Ege ve Akdeniz’de sınırı geçmeye çalışırken hayatını kaybetmiştir. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Türkiye sınırları içinde yaklaşık 2 milyon Suriyeli mülteci yaşamaktadır. Kayıt dışı rakamlar da dahil edildiğinde bu sayı en az 2,2 milyona varmaktadır. Türkiye, bugün dünyada en büyük mülteci nüfusu barındıran ülkedir.

Türkiye’de yaşayan Suriyeli göçmenler, ucuz emek gücü olarak sermayenin her türlü saldırısına uğrarken, bulundukları bölgede ücretleri ve çalışma koşullarını çok düşürdükleri için emekçilerin de saldırısına uğruyorlar. Savaş koşulları bir kez daha emekçileri karşı karşıya getiriyor. Ucuz emek gücü olarak Suriyeli göçmenler ırkçı-göçmen karşıtı hareketlerin merkezi oluyorlar.

Avrupa Birliği (AB) ile imzalanan “Geri Dönüş Anlaşması”nın 20 Mart 2016’da uygulamaya konulmasının ardından, Yunanistan’da bekletilen Suriyeli göçmenler zorla Türkiye’ye gönderilmeye başlandı. Geri Dönüş Anlaşması, mültecilerin yaşadıkları sorunlara çözüm bulmak için değil, Avrupa ülkelerinin sınırlarını mültecilere kapatmak için yürürlüğe konulmuştur. Geri Dönüş Anlaşması ile Suriye’de bu yangını ateşleyenler, ateşin kendilerine dokunmasına engel olmak için sınırlarına duvar örmektedirler. Mültecilere karşı bu politikalarla emperyalizmin, AB başta olmak üzere, dilinden düşürmediği demokrasi ve özgürlük söyleminin altında burjuva uygarlığı gerçek yüzünü göstermektedir.

Sınıf İradesinin Kaybı
Savaş dönemlerinde ortaya çıkan işsizlik, yoksulluk ve sefalet ile birlikte kapitalizm kitleler nezdinde meşruiyetini kaybetmektedir. Kapitalizmin savunulacak, tutulacak hiçbir yanı kalmamaktadır. Savaşlar, sınıfsal ayrışmayı en net biçimiyle ortaya koyar ve işçi sınıfı bilincinin ve sınıf mücadelesinin yükselmesi için fırsat yaratır. Dolayısıyla, sınıf mücadelesi için de bir bakıma devrimci bir andır. Ama bu an, ancak ve ancak sınıf örgütlü ise umuda dönüşebilir. Aksi takdirde, işçi sınıfı, böyle dönemlerde kolektif irade kaybına uğramaya eğilimlidir.

Böyle dönemlerde işçi sınıfının neden kültürel olarak kendisini kolektif irade kaybına uğradığı üzerine düşünmek gerekir. Bu, işçi sınıfının önemli bir bölümünün, kendisini kurarken kendi kavramlarının olmamasından kaynaklanmaktadır. İşçi sınıfının önemli bir kesimi için ezilenin karşıtı ezendir; ezen ve ezilenin olmadığı bir dünya değildir. Dolayısıyla düşünce dünyasında egemenin dünyasına ait olmayan kavramlar filizlenmemiştir. Şöyle düşünülmektedir: “Ben ezildim ve ben horlandım, farklı bir dünya ise benim ezeceğim ve benim horlayacağım bir dünya olabilir.” Oysa ki, dayanışma, eşitlik gibi kavramların ve dünya kavrayışının emekçi sınıflarla buluşması elzemdir.

Emekçilerin “Barış” Talebi
Hiç kimse genel anlamıyla “barışı istemiyorum” demez. Ancak, sınıfsal bir bakış açısı ile emekçilerin “barış talebi” farklı olmalıdır. Gerçek barış, savaş siyaseti yürüten siyasal iktidara kayıtsız şartsız karşıtlık, kapitalizmle tavizsiz bir mücadele ve anti-emperyalizm olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla, emekçilerin barış talebi, Türkiye toplumunun siyasal iktidardan, kapitalizmin sömürüsünden ve emperyalizmin tahakkümünden kurtulması mücadelesinden ayrılmadan savunulmalıdır.

Barış ve bir arada yaşam, ülkenin ve bölgenin etnik ve mezhepsel temelde ayrıştırıldığı, parçalandığı bu dönemde emekçilerin ortak bir memleket düşü ile ve ortak bir gelecek için vereceği mücadele ile örülecektir. Emekçilerin barış talebi şöyle yükselebilir: “Bizler, barışı hem üretmeye hem de yönetmeye adayız!”

KAYNAK: İŞÇİ GÜCÜ -TÜMTİS YAYIN ORGANI SAYI:37
https://tumtis.org/wp-content/uploads/dergi/tumtisdergi_37.pdf