“Anlaşmazlığınızı dostane çözüm yöntemiyle çözün, kazanan siz olun.”
Bu ifade, Adalet Bakanlığının arabuluculuk konusunda hazırlattığı kamu spotunda geçiyordu. Görüntülerde ise birbirine neşeyle sarılan işçi/patron manzaraları vardı.
Bu neşenin kaynağını anlamamış olmamız ihtimaline karşı bir başka kamu spotunda ise “Arabuluculukta hem işçi kazanıyor hem işveren” diyordu.
Dahası mahkemeye gidilmesi halinde; kararın ne kadar geç çıkacağını, yargının ne kadar yavaş işlediğini ve bu sürecin vatandaş açısından nasıl da maliyetli olduğunu anlatıyordu Adalet Bakanlığı.
Yapılan açıklamalar malumun ilamı mahiyetinde olsa da, o ‘malum’ Adalet Bakanlığı tarafından ilam edildiğinde aslında ibret verici bir nitelik de kazanıyordu. Ancak daha akıl almaz olanı ise yargı sisteminin sorunlarını işçilerin yargıya başvurma hakkını zorlaştırarak aşma çabasıydı.
İş mahkemeleriyle ilgili düzenleme, arabulucuya başvurmuş olmayı dava şartı olarak belirliyordu. İş kazası ve meslek hastalıklarından kaynaklanan tazminatlar hariç olmak üzere, arabuluculuk iş uyuşmazlıklarında zorunlu hale getirildi.
Birçok hukukçu, bu düzenlemenin hak arama özgürlüğüne engel olacağında hemfikirdi. Bir kısmı bu durumu “adalet sisteminin bir bölümünün taşeronlaştırılarak özelleştirilmesi” olarak değerlendirmişti. Bu yöntemin, işçileri, hak ettikleri alacakların daha azına razı olmaya zorladığına dikkat çekiliyordu.
AB’de iş hukuku kapsamındaki hakların doğası gereği arabuluculuk direktifinin dışında bulunduğu vurgulanıyordu.
Buna karşılık iktidar sözcüleri ise yapılan düzenlemenin hem işçi hem de işveren çıkarlarına uygun olduğunu ileri sürüyordu. Böylece çıkar çatışması içindeki iki sınıfın “ortak çıkarı” bir kez daha korunmuştu(!)
Nihayet TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalar, gerek zorunlu arabuluculuk düzenlemesinin gerekse dillerden düşürülmeyen “çıkar ortaklığı” söyleminin aslında ne olduğunu bir kez daha ve en açık şekliyle ortaya koyuyordu:
“İş mahkemelerindeki davalarda işveren yüzde 99 haksız çıkıyordu. Bunu değiştirmek üzere zorunlu arabuluculuk sisteminin uygulamaya alınmasını sağladık” diyordu Hisarcıklıoğlu.
Yani fesih hakkını kötüye kullanan, işçinin sendikal haklarını ihlal eden, hak edilmiş ihbar, kıdem tazminatı, ücret, prim ve ikramiye alacaklarını ödemeyen patronların mahkemede haksız çıkmalarına bu düzenlemeyle engel olunduğu doğrudan TOBB Başkanı tarafından dile getiriliyordu.
Kaldı ki; mesele yeni İş Mahkemeleri Yasasıyla sınırlı değildi.
İşverenlerin iş ve yatırım ortamı önündeki “engelleri” tespit ettiğini ve bunları Hükümetle beraber kaldırdıklarını da anlatıyordu TOBB Başkanı. Buna göre istihdam maliyetlerinin düşürülmesi ve iş güvenliği mevzuatının işveren lehine değiştirilmesi sağlanmıştı.
Böylece özel istihdam bürolarından kıdem tazminatı tartışmalarına, hız kesmeyen esneklik uygulamalarından istihdam edilebilirlik politikalarına kadar “ortak çıkar” söylemine dayandırılan tüm düzenlemelerin aslında işveren çıkarına olduğu TOBB Başkanı tarafından da teyit edilmiş oldu.
Kaynak: Evrensel