Erkan Aydoğanoğlu
Türkiye ekonomisi, 24 Ocak 1980 kararlarından bugüne kadar benimsenen politikaların kaçınılmaz bir sonucu olarak, uluslararası sermayenin her türlü müdahalesine açık hale geldi ve sık sık ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldı. Hemen hemen her kriz sürecinde Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ‘yapısal uyum’ anlaşmaları imzalandı ve bu dönemlerde ekonomi yönetimi büyük ölçüde IMF’nin denetimine girdi.
24 Ocak kararları sonrasında ülke yönetiminin IMF ile birlikte benimsediği ekonomik model, ekonomide yerli üretimin sınırlandırılmasına, ithalata, dış kaynağa (sıcak paraya) ve borçlanmaya dayanan, devletin üretimden (özelleştirmelerle) adım adım çekilmesine ve özel tüketimin arttırılmasına dayanıyordu.
1980’lerin başındaki hedefler AKP iktidarında büyük ölçüde hayata geçirildi. Geçmişte hayal bile edilemeyecek düzeyde dış borçlanma yapıldı, özelleştirmelerin yüzde 90’ı son 17 yılda gerçekleşti. Kamu hizmetlerinin piyasaya açılması, güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması sağlandı. Bütün bunların yanı sıra emekçilerin en temel hakları birer birer ellerinden alındı, sendikal örgütlenme ve mücadele sürekli baskı altında tutuldu, yasal grevler peş peşe yasaklandı.
Türkiye, ilk kez 1 Ocak 1961’de masaya oturduğu IMF ile bugüne kadar 19 anlaşma yaptı. 1980’e kadar imzalanan anlaşmalar en fazla bir yıllık olurken, 24 Ocak kararları uygulanmaya başlandığı için 1980’de üç yıllık anlaşma yapıldı. IMF ile bugüne kadar yapılan 19 anlaşmanın beşi 1980 sonrasında imzalandı.
AKP iktidarı tarafından 2005 yılında imzalanan 10 milyar dolarlık 19. yapısal uyum anlaşması mayıs 2008’de sona erdi. Türkiye’nin IMF’ye olan borcu 2013’te sonra ermesine rağmen IMF ile ilişkiler kesintisiz devam etti. Hatta 2014’ten itibaren IMF konusu her gündeme geldiğinde Erdoğan ‘IMF bizden 5 milyar dolar borç istedi, verin deyince vazgeçtiler’ şeklinde, gerçeği bilen herkesi güldüren bir espri bile yaptı.
IMF heyetleri, iktidarın davetlisi olarak birkaç yılda bir Türkiye’ye gelerek önce ekonomi yönetimiyle sonrasında muhalefet ve sermaye örgütleri ile görüşmeler yapıyor ve tavsiyelerini hazırladığı bir rapor ile kamuoyuna duyuruyor. IMF’nin ülke ekonomisine yönelik değerlendirmeleri, Türkiye ile arasında herhangi bir ‘borç-alacak ilişkisi’ olmadığından çoğunlukla ‘tavsiye’ niteliğini taşıyor olsa da AKP’nin uyguladığı ekonomi politikalarının IMF’nin önerileriyle büyük ölçüde örtüştüğünü söylemek mümkün.
Geçtiğimiz günlerde Hazine ve Maliye Bakanlığının davetiyle Türkiye’ye gelen IMF heyeti, bir değerlendirme raporu yayımladı. IMF, Türkiye’nin bütçe açığını kapatması için gelir vergisinin arttırılmasını, vergi indirimlerine son verilerek verginin tabana yayılmasını istiyor. Ücret/maaş artışlarının geçmiş enflasyon yerine hedeflenen enflasyona göre yapılması ve kıdem tazminatı sorununun çözülmesine ilişkin önerilerin tamamının iktidarın ekonomi politikaları ve hedefleriyle birebir aynı olması, AKP’nin ekonomi politikalarında IMF’nin izinde olduğunu gösteriyor. Bu nedenle her fırsatta ‘Bizim IMF’ye ihtiyacımız yok!’ şeklinde açıklama yapmaları şaşırtıcı değil.
Erdoğan başta olmak üzere, iktidar destekçileri ekonomide yaşananların geçici olduğunu, 2019’un ikinci yarısında her şeyin düzeleceğini ve krizden çıkılacağını iddia ediyorlardı. Ancak enflasyon ve faizlerdeki geçici gevşemenin dışında, bütün ekonomik göstergelerde tehlike çanları çalmaya devam ediyor.
Türkiye ekonomisinin iç ve dış risklere karşı son derece hassas ve milli gelirin yüzde 60’ına ulaşan dış borç sorununa çözüm bulunamadığı için ciddi bir dış borç krizi riski var. Bu durum, iktidarın IMF’nin tavsiyelerini dikkate alarak güncelleyeceği ekonomik program ve hedefler üzerinden halkın sırtına çok daha ağır yüklerin (yeni zamlar ve vergi artışları) yükleneceği anlamına geliyor.
Kaynak: Evrensel