Murat ÇAKIR / İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Üyesi
Türkiye’de 2019 yılının ilk sekiz ayında iş cinayetlerinde ölen 952 işçinin 82’si göçmen yani, çalışırken ölen her yüz işçinin 8-9’u göçmen işçilerden oluşuyor. Göçmen işçiler sigortasız, ucuz, dışlayıcı yani tamamen korunmasız koşullarda çalışıyorlar.
Göç, göçmenlik ve Türkiye
Türkiye’ye göç edip / göç etmek zorunda kalıp farklı statülerde çalışan işçiler bulunmakta ya da bulunuyor. Bu noktada mülteci, şartlı mülteci, göçmen, düzensiz göçmen vb. hukuki kavramlar yanında “misafir” gibi yeni bir kavram da icat edildi. Ancak emek hareketinin yıllardır kullandığı ve içselleşen bir kavram olarak ‘göçmen işçi’ kavramının kullanılması daha doğru bir tanımlama olur. Ancak belirtmeliyiz ki günümüz Türkiye’sinde göçmen işçiliğin temel belirleyeni savaşlar sonucu gerçekleşen ‘mültecilik’tir.
Türkiye’de göçmen tanımı 5553 sayılı İskân Kanunu’nda yapılmıştır: “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye’ye gelip bu Kanun gereğince kabul olunanlardır.” Takiben diğer bentlerde de yapılan diğer göçmen tanımlarının hepsinin başlangıcında “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup” ibaresi geçmiştir. Bunun nedenini Türkiye’nin 2000’li yıllara kadar kapalı bir yapıya sahip olması, Cumhuriyet tarihinde 1980’li yılların sonu ve 1990’lı yılların başında yaşanan Bulgaristan’dan gelen kalıcı ‘soydaş’, Kuzey Irak’tan gelen geçici göç dışında kabulün ve sınır geçişinin zor olması oluşturmuştur.
Ancak 2000’li yıllarla birlikte Afganistan’da başlayan, Irak’ta devam eden, bölgeyi saran ve son olarak Suriye’de şiddetlenen savaş süreçleri ile birlikte ülkemize yoğun bir göç yaşanmıştır. Bu göç hareketinin bir kısmı transit olmakla beraber artık kalıcı hale gelen milyonlarca göçmen bulunmaktadır. Bu durumun bir yansıması olarak ülkemizde göçmen işçi ölümlerine de sık sık rastlamaktayız.
Suriye Savaşı ve Türkiye
Suriye’den 2011 yılından beri süregelen savaştan dolayı milyonlarca insan göç etmiştir. Resmi verilere göre sadece İstanbul’da 500 bin ve ülkemizde 4 milyon Suriyeli göçmen yaşamaktadır. Suriyeli göçmenlerin ezici bir çoğunluğu sefalet koşullarında yaşamaktadır. Bu durum göçmen emeğini ucuz işçiliğin önemli bir kaynağı haline getirmiştir.
Türkiyeli işçilerin göçmen emeği konusunu tartışmasının temelinde ise emek piyasalarında ücretlerin düşürülmesi ve hakların gaspı politikaları bulunuyor. Örneğin sosyalist ülkelerin çözülüşü ile birlikte birkaç bin Romen işçinin ülkemize gelmesi özellikle Trakya’da birçok gerilimi doğurmuştu. Ancak bu göçle kıyaslanamayan bir kitleselliğe sahip olan Suriyeli göçmen işçilerin varlığı emek hareketi açısından ülke çapında bir tartışmayı beraberinde getirdi. Ücretlerin düşürülmesi, grevlerin kırılması ve genel olarak güvencesizleştirme politikalarının önemli bir sebebi olarak Suriyeli işçiler görülüyor. Ama bu durum sonuç olarak haklı olmayı getirmiyor.
Bu tepkiler dile getirilirken gündelik 30 TL’ye çalıştırılıp azami düzeyde sömürülen Suriyeli işçilerin yaşamı, iş cinayetlerinde her geçen gün ölen Suriyeli işçiler, istismar edilen kadın ve çocuklar, başka bir ülkeye göç etmek isterken denizde can verenler ve Suriye’deki savaşın en başından beri bir tarafı olduğumuz gerçeği unutuluyor. Bu gerçekler, eleştiri ve dışlamanın değil sorunun çözümü ve ortak bir işçi örgütlenmesi oluşturmamızın bizim için zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak göçmen emeği konusunda savaşın başlaması, ülkemizin tutumu, emek piyasasında güvencesizleştirme, göçmen işçiler, örgütlenme gibi sayacağımız birçok başlığın emek hareketi tarafından yeterince tartışılmadığı, ortak bir politika oluşturulmadığı açıktır.
Türkiye ve AB arasında göçmen pazarlığı
İş cinayetlerinde hayatını kaybeden göçmenler, Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) arasında da bir pazarlık konusu olmuş durumda. Buna göre Suriyeli göçmenleri kendi sınırları içinde istemeyen AB, göçmenlerin Türkiye’de kalması karşılığında 6 milyar Euro’luk bir ‘yardım miktarı’ belirledi (5,6 milyar Euro’nun ödendiği belirtiliyor). Uluslararası kurumlar ve hükümetler arasında yapılan anlaşmalar ve ‘vizesiz Avrupa’ aldatmacasıyla imzalanan Geri Kabul Anlaşması’yla da göçmenlerin hayatı pazarlık konusu haline getirilip, yasal bütün düzenlemeler buna göre yapıldı.
Bu pazarlık sürecinde Türkiye’den ayrılarak Yunanistan’a geçen göçmenlerin, Türkiye ve AB arasında varılan göçmen mutabakatı kapsamında Türkiye’ye geri gönderilmesinin önü açıldı. Varılan anlaşma sadece Suriyelileri değil, diğer göçmen gruplarını da kapsıyor. Yunanistan tarafından iadesine karar verilen göçmenlerin belirlenen şehirlerdeki kamplara yerleştirilmesi öngörüldü. Türkiye hali hazırda iki işlevi birden yerine getiriyor. Avrupa için hem istenmeyen (vasıfsız emek gücü olarak görülen) göçmelerin tutulduğu hem de Avrupalı sermayenin ucuz göçmen emeğinden yaralanabileceği bir alan haline getirildi.
Tabi siyasal iktidarın politikalarına dair bir iki cümle eklemek gerekiyor. AB ile pazarlık, sermayeye ucuz emek gücü sağlama veya güvenlik politikaları dışında bir resmi politika oluşturulmuyor. Politik adres olarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğü görülüyor ki Müdürlük İçişleri Bakanlığı’na bağlı. İçişleri Bakanlığı da göçmenler ile ilgili ‘güvenlik’ eksenli açıklamalar yaparken izliyoruz. Ancak en azından bir ‘Göç Bakanlığı’ kurulabilir ve sorunlar bütüncül olarak ele alınabilirdi.
Sermaye için ucuz emek gücü: TİSK raporu
Sayıları her geçen gün artan Suriyeli göçmenler için hükümet, çalışma hayatında yasal zemine oturtmak adı altında bir takım düzenlemeler gerçekleştirdi. Belirli şartları yerine getiren Suriyelilere çalışma izni verilmesine dair yönetmelik yürürlüğe girdi. Sermaye cephesinden de düzenlemeye ilişkin öneriler gecikmedi. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) bir rapor hazırlayarak, Suriyeli işçilerin emek piyasasına dâhil edilmesinin ne kadar elzem olduğuna dair bir açıklamada bulundu. Rapor; işverenlerin, sanayi odası yetkililerinin, esnaf ve ticaret odalarından temsilcilerin görüşleri alınarak hazırlandı. Genel olarak raporda Suriyelilerin, işverenler tarafından hem “vicdani duygular”, hem de emek gücüne olan ihtiyaçlarından dolayı zaman zaman kayıt dışı olarak çalıştırıldığı belirtiliyor.
Raporda dile getirilen ortak kaygı ise Suriyeli işçiyi kayıt dışı çalıştıran ve çalıştırmayan firmalar arasındaki rekabetin uzun vadede emek piyasasını olumsuz yönde etkilemesi. Patronların çalışma izni konusundaki beklentisi ise nitelik gerektirmeyen işlerde emek açığını kapatmak ve Suriyeli işçilerin sosyal güvenlik masraflarının devlet tarafından karşılanması. Ayrıca ülkelerindeki savaşın bitmesi durumunda Suriyelilerin, çalışma izninin sona ermesi ve ülkelerine dönerken hiçbir hak ve tazminat talep edememesi olarak belirtilmiş. Özetle, işverenlerin yasal olarak Suriyeli çalıştırma şartı, prim ve teşvik gibi uygulamalarından yararlanarak işçileri ucuza çalıştırmak ve işin son bulması durumunda ise hak ve tazminat talep etmelerini önleyen düzenlemelerdir.
Burada 2014 yılında İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon ihracatçı Birlikleri (İTKİB) Başkanı’nın yaptığı açıklamayı da hatırlamak lazım. İTKİB Başkanı “Marmara bölgesini ekonomik krizden koruyan 2 milyon Suriyeli oldu” diyerek Suriyeliler olmasa Bangladeş’ten 500 bin işçi sipariş edeceklerini eklemişti.
Göçmen işçilerin çalışma koşulları
Kriz koşullarında sermaye açısından göçmen işçiler, düşük ücretle güvencesiz şekilde çalıştırılabilecek emekçiler olarak her zamankinden daha da önem kazanmaktadır. Günde 16 saati bulan uzun çalışma süreleri, angarya ve sözlü fiziksel şiddet, havalandırmasız ve ışıksız ortamda koruyucu ekipmanlar olmaksızın işbaşı yaptırma, asgari ücretin altındaki ücretlerle sigorta ve sosyal güvenlik kapsamı dışında çalışmakta ve iş yavaşlatma gibi hakkını arama halinde keyfi şekilde işten çıkartabilmektedir.
Devlet kurumlarının konunun üzerine yeterince gitmemesi de işverenlerin aradığı bu çalıştırma koşullarının devamlılığını ve yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Örneğin Gaziantep Babacanlar Kargo’da kaçak çalıştırmanın tespiti ve önlenmesi ile ilgili TÜMTİS’in şikayetleri sonuçsuz kalmıştı. Kurumlar sorumluluğu birbirine atmışlardı ve bu durum işyerindeki sendikasızlaştırma sürecini belirlemişti.
Maden, tarım, inşaat, tekstil; merdiven altı tezgâhlarda ve fason üretim yapılan işyerlerinde göçmen işçiler Türkiye’de emek piyasasında kayıt dışı işçiler olarak enformel şekilde eklemlenmektedir. İşverenler, işçiler arasında etnik ve mezhepsel ayrımcılığı körükleyerek göçmen işçileri, Türkiyeli işçilere karşı ücret artışlarını baskılamada ve yevmiyeleri düşürmede bir araç gibi görmektedirler.
Sendikal hareket ve göçmen işçiler
1- Türkiye’de yaşanan ve göçmen işçilik havuzunu oluşturan ‘mülteci’ akını çok kısa bir zaman diliminde milyonlarca göçmen işçinin (dört milyon Suriyelinin 1,4 milyonu, bir milyon Afganistanlının tamamı, yine Orta Asya ülkelerinden gelen on binlerce işçi vb.) emek piyasalarında yer alması sonucunu getirmiştir. Kimliksiz göçmenler ve kayıt dışı çalıştırma denetlenmelidir. Ancak bu demek değildir ki ekonomik krizin nedeni Suriyeli ve Afganistanlı göçmenlerdir. Ekonomik krizin sorumlusu bu krizden zenginlik sağlayanlardır.
Yukarıda TİSK raporunun ve akabinde İTKİB Başkanı’nın konuşmalarının iyi okunması gereklidir. Sermayenin istediği ücretleri düşürmek, çalışma saatlerini artırmak, sendikalaşma mücadelesini önlemek yani işçiyi ‘korunmasız (sendikasız)’ bırakmaktır. Sermaye bu politikasını göçmen işçi çalıştırarak ve işçileri bölerek hayata geçirmeye çalışmaktadır. ‘Suriyeliler olmasa Bangladeş’ten 500 bin işçi sipariş edileceğinin’ belirtilmesi işçi karşıtı politikaların her koşulda gerçekleştirilmek istendiğinin bir ifadesidir.
2- Tabii dönüp dolaşıp kendi sendikal mücadelemize geliyoruz. Nesnel durumun bu kadar yakıcı talepler etrafında yanyana getirme olanaklarına rağmen ortak mücadele ve ortak örgütlenme perspektifine dair adım atılamıyor. Oysa dünyada Güney Kore Göçmen İşçiler Sendikası (MTU), İspanya’da Genel İşçi Birliği (UGT) ve Tarım İşçileri Sendikası (SOC) gibi örnekler bulunmaktadır. Buradaki örgütlenmelerin incelenmesi, konfederal ya da işkolu düzeyinde sendikalarda göçmen işçiler ile ilgili bir birim açılması gibi adımlar atılabilir. Yine son iki yılda tarım ve tekstil işkolunda göçmen işçilerin de katıldığı direnişler ve hak kazanımları hayata geçmiştir. Sendikalar, ortak mücadele ve ortak örgütlenme perspektifi ile hareket etmelidir. Ülkemize özgün durumları da göz önünde bulundurarak bugünkü politikasızlık ve sıkışmışlık durumundan çıkılabilir.
Not: Bu yazı İŞÇİ GÜCÜ Dergimizin 40’ıncı sayısında yayımlanmıştır. Dergi PDF’ine sitemizde erişilebilir: https://tumtis.org/wp-content/uploads/dergi/tumtisdergi_40.pdf