Asgari ücret, asgari yaşam

19. yüzyılın başından itibaren işçi sınıfı mücadelesinin özünü kapitalist sömürüye karşı mücadele oluşturdu. İşçi ücretlerinin insanca yaşayacak seviyeye yükseltilmesi, uzun çalışma sürelerinin kısaltılması, kadın ve çocuk emeğinin acımasızca sömürülmesine son verilmesi, sigorta hakkı vb. gibi talepler, işçi sınıfının ve mücadeleci sendikaların değişmez mücadele başlıkları olmayı sürdürüyor.

Yıllarca yürütülen mücadeleler ve ödenen ağır bedeller sonucunda kapitalistler, işçi sınıfının insanca yaşayacak ücret talebini ‘asgari ücret’ adı altında kabul etmek zorunda kaldılar. Asgari ücretin kabul edilmesi, işçi sınıfının yaşadığı vahşi sömürüyü ortadan kaldırmasa da, sömürünün kısmen de olsa sınırlandırılması açısından önemli bir kazanım oldu.

Asgari ücretin bir hak olarak kazanılması, sermayenin dayattığı ağır sömürü koşulları karşısında işçilerin öncelikle fiziki varlığının korunmasını ifade ediyordu. Asgari ücret uygulaması ile ücretlerin belirli bir düzeyin altına inmesini engellemek, işçi sınıfının kendi içindeki rekabetin ve sermayenin sürekli yoğunlaştırdığı sömürünün bir ölçüde sınırlandırılmasını sağlamaktı. Ancak kapitalist sistem dünyada ve Türkiye’de öyle bir aşamaya geldi ki, kâr azaltıcı etkisi nedeniyle sadece asgari ücret değil, en temel işçi hakları bile patronların ve iktidarların hedefi haline gelmiş durumda.

Türkiye’de mevcut asgari ücret uygulaması, her ne kadar işçilerin yaşadığı sefaletin, ağır emek sömürüsünün devletin ‘yasal güvencesi’ altında sürdürülmesi anlamına gelse de, işçi sınıfının geniş kesimlerinin çalışma ve yaşam koşullarını belirleyen en temel etkenlerden birisidir. Asgari ücrette yaşanacak artış, ücret ve maaşlar dahil, pek çok alanda temel göstergelerin değişmesi anlamına geliyor. Örneğin toplu sözleşme yapılan işyerlerinde asgari ücretin taban ücret olarak kabul edilmesi nedeniyle özel sektörde yapılacak olan toplu sözleşmelerde asgari ücrete yapılan zam önemli ölçüde belirleyici oluyor.

Her yıl aralık ayında yapılan asgari ücret pazarlığı 2 Aralık Pazartesi günü başlayacak. Her yıl olduğu gibi, göstermelik olarak üç ya da dört oturum yapılacak. Hükümet yetkilileri ekonomik programın (YEP) dışına çıkamayacaklarını, işçi temsilcileri (Türk-İş) asgari ücretin işçinin sağlıklı bir şekilde yaşamasına engel olduğunu, patron temsilcileri (TİSK) ise ekonomik kriz nedeniyle işçiye fazla para veremeyeceklerini söyleyecekler.

Bugüne kadar asgari ücrete yapılan artışların büyük kısmı, patronlara verilen ekonomik teşvikler, vergi ve sigorta primi indirimleri vb. üzerinden sağlandı. Hatta her yıl uygulanan, ama bir türlü sonuç vermeyen ‘istihdam teşvikleri’ için ödemelerin tamamında işsizler için oluşturulan İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları kullanıldı. Ekonomik kriz nedeniyle asgari ücrete yapılacak artışın oluşturacağı maliyetin çok daha fazlası, 2020 bütçesi üzerinden iktidar tarafından patronların kasasına aktarılacak.

Türkiye’de işçilerin çok büyük bir bölümü asgari ücret ve asgari ücrete yakın bir ücretle çalışıyor ve tamamına yakını borç batağı içinde en asgari koşullarda yaşam mücadelesi veriyorlar. Üstelik ekonomik kriz nedeniyle piyasa koşullarında belirlenen ‘fiili ücret’, uzun süredir yasal asgari ücretin bile altında seyrediyor. Asgari ücret ile asgari yaşam koşulları arasında sıkışıp kalan milyonlarca işçi, her ay ekonomik mucizeler yaratarak yaşamını sürdürmeye, ailesini geçindirmeye çalışıyor.

İşçilerin insanca yaşayacak ücret ve insanca çalışma koşulları için örgütlenmesi, örgütlü mücadelenin büyüyüp güçlenmesi sağlanmadıkça, asgari ücrette yaşanacak artışın maliyetinin her yıl olduğu gibi işçilerin sırtına yıkılması kaçınılmaz görünüyor.

Kaynak: Erkan Aydoğanoğlu/Evrensel