Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), haziran ayı enflasyon verilerini aylık yüzde 3,92, altı aylık yüzde 19,77 ve yıllık olarak yüzde 38,21 olarak açıkladı. Seçim sonrasında ekonomi politikalarında ‘rasyonel zemin’e dönüleceği iddia edilmesine rağmen TÜİK’in uzun süredir rasyonel olmaktan çok uzak olan enflasyon hesabına devam etmesi dikkat çekici.
TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyonun yılın ilk altı ayında kağıt üzerinde azalmasına neden olan ‘baz etkisi’ önümüzdeki aydan itibaren etkisini yitirecek. Döviz kurundaki artışın fiyatlara gecikmeli yansıması nedeniyle 2023’ün ikinci altı ayında enflasyonda ilk dönemin tam tersi bir eğilimin yaşanması kaçınılmaz görünüyor.
Seçimlere kadar doğrudan müdahale ile 20 liranın altında tutulan dolar kuru seçim sonrası hızla 26 lirayı geçerek yüzde 30’un üzerinde değer kaybetti. Başka bir ifade ile hiçbiri dolarla maaş almayan milyonların satın alım gücü dolar bazında neredeyse üçte bir oranında azaldı. Haziran ayı boyunca başta akaryakıt olmak üzere tüm temel tüketim ürünlerine yüksek oranlı zamlar gelmesine rağmen TÜİK’in aylık enflasyonu yüzde 3.92 olarak açıklayabilmesi büyük başarı.
Enflasyon, bireylerin ellerindeki para ile geçmişe göre daha az mal ve hizmet alabilmesine neden olduğundan, başka bir ifadeyle tüketicilerin satın alma gücünü azalttığından dolayı ücretli çalışan emekçiler açısından en önemli ekonomik tehditlerin başında geliyor. Geçtiğimiz yıllar içinde asgari ücret dışındaki ücretlere/maaşlara en azından asgari ücret kadar zam yapılmadığı ve enflasyon rakamları gerçekte olduğundan düşük gösterildiği için milyonlarca ücretli emekçinin reel gelirinde son yılların en dramatik düşüşü gerçekleşti.
Bir yıl içinde tüketim sepetinizdeki ürünlerin fiyatı ortalama yüzde 50 artarken, geliriniz de yüzde 50 artmışsa satın alma gücünüz aynı kalmış oluyor. Dolayısıyla ücret ve maaş zam oranlarının görece yüksek açıklanmasının tek başına hiçbir anlamı yok. Nitekim Kurban Bayramı öncesinde asgari ücret yüzde 34 artışla net 11 bin 402 lira olarak açıklandı ve o tarihte 483 ABD dolarına denk geliyordu. Asgari ücretliler ilk ücretlerini 25 gün sonra alacak olmalarına rağmen asgari ücret 45 dolar (1170 TL) eridi. Benzer bir durumun memur maaş zamları açıklandıktan sonra da yaşanması şaşırtıcı olmaz.
Türkiye’de uzun süredir yaşandığı gibi fiyatlar sürekli arttığında gelirler aynı oranda artmadığında enflasyondan arındırılmış gerçek (reel) gelir düşüyor. Gerçek gelirin düşmesi sonucunda satın alınabilecek ürün ve hizmetler kaçınılmaz olarak azalıyor. Asgari ücrete, memur ve emekli maaşlarına yapılan artışların TL’de yaşanan değer kaybı ve hayat pahalılığı devam ettiği sürece sınırlı etkisinin olması kaçınılmaz.
Milyonlarca insanı ilgilendiren ücret ve maaş artışları gerçek enflasyona göre değil, çarpıtılmış TÜİK enflasyonuna göre belirlendiğinden, ücretli emekçiler iki kez mağdur ediliyor. Yüksek enflasyonla emekçilerin cebindeki üç kuruşa el konulması yetmezmiş gibi, adeta bir soygun mekanizması gibi işleyen vergi diliminde ücret artışları sonrasında güncelleme yapılmaması milyonlarca emekçinin bir cebine girenin diğer cebinden vergi olarak geri alınmasına neden oluyor.
Türkiye’de ücretlerin düşük olması çok büyük bir sorun olmayı sürdürüyor. Sadece asgari ücretlilerin değil, tüm çalışanların maaşlarının düşük olması, bugün çalışan nüfusun yüzde 80’den fazlasının yoksulluk sınırının altında ücret alması en büyük ekonomik tehditlerin başında geliyor.
Türkiye’de enflasyonun arttığı dönemlerde pazarlık gücü olmayan ya da çok sınırlı olan ücretlilerin reel gelirleri hızlı bir şekilde düşüyor ve gelir dağılımı ücretliler aleyhine daha da bozuluyor. Ülkedeki fiili işsizlik oranı da bu süreci destekliyor. Ücretli emekçiler açısından, resmi rakamlara yansımasa da yüksek enflasyon nedeniyle satın alma gücündeki düşüşün daha da hızlanacağı yeni bir döneme giriliyor.
Kaynak: Erkan Aydoğanoğlu/Günlük Evrensel