Türkiye’de başta ücretli emekçiler olmak üzere, geniş halk kesimleri açısından uzun süredir fiilen bir ‘kemer sıkma’ süreci yaşanıyor. Seçimden sonra yağmur gibi yağan zamlar ve vergi artışları karşısında milyonlarca insanın gelirleri giderlerini karşılayamıyor. Ücretler fiyatlara yetişemediği için ülkenin pek çok yerinde sendikalı ve sendikasız işçiler düşük ücret zamlarına karşı eylemler yapıyorlar.
Geçtiğimiz yaz aylarında tüketici enflasyonunda son 60 yılın en anormal artışı yaşandı. Özellikle vergiler ve akaryakıt zamları nedeniyle sadece son iki ayda tüketici fiyatları yüzde 18.58 arttı. Yüksek enflasyon yılın ikinci altı aylık dönemi için yüzde 34 artan asgari ücret ve yüzde 25 artan emekli aylıklarını ciddi anlamda eritti.
TÜİK’in açıkladığı veriler dikkate alınırsa 11 bin 402 liralık asgari ücret satın alım gücü açısından sadece son iki ay içinde 2 bin 118 lira eriyerek 9 bin 284 liraya düştü. Temmuz ayında 20 bin 352 lira olan en düşük memur maaşı ise enflasyonun etkisiyle 16 bin 571 liraya geriledi. Büyük bölümü 7 bin 500 lira maaş alan emeklilerin satın alım gücü ise son iki ay içinde bin 394 lira daha azaldı. Yılın ikinci yarısından itibaren enflasyon her ay yükselmeye devam edecek ve ücretler/maaşlar sabit kalacağından önümüzdeki dönemde ücretli emekçilerin reel gelirlerindeki erime sürecek.
Seçim sonrasında döviz kurlarında yaşanan yukarı yönlü hareketlilik ve yüksek enflasyon sorunu 2018 ve 2021’de olduğu gibi emekçilerin gelirlerini fiilen düşüren ve satın alma gücünü zayıflatan en temel etkenler olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim ücretli emekçilerin milli gelirden ve toplam servetten aldıkları payın son beş yıl içinde TL’nin değer kaybettiği ve enflasyonun yüksek seyrettiği yıllarda azaldığını görüyoruz. Enflasyonun yüksek oranlarda arttığı, ücretlerin ise aynı oranda artış göstermediği her yıl gelir dağılımı yoksul emekçilerin aleyhine bozuluyor.
TÜİK verilerine göre iş gücüne yapılan ödemelerin payı 2018 yılında yüzde 33,5 iken bu oran 2022 yılında yüzde 26,3 oldu. Buna göre ülke yönetiminde tek adam rejimine geçilmesinden bu yana iş gücü ödemelerinin payı 7,2 puan gerilemiş. Aynı dönemde sermayenin milli gelirden aldığı pay ise yüzde 49,5’ten yüzde 53,7’e yükselmiş. Bu durumun yarattığı olumsuz tablo uluslararası raporlara da yansımış durumda.
İsviçre Bankası Credit Suisse’in ağustos ayı içinde açıkladığı küresel servet raporuna göre Türkiye’de nüfusun en zengin yüzde 1’inin toplam servetten aldığı pay yüzde 39,5 iken bu oran nüfusun yüzde 90’lık kesimi için sadece yüzde 30,2 olarak gerçekleşmiş. Nüfusun en zengin yüzde 10’luk kesiminin toplam servetin yüzde 69,8’ine sahip olması bile halkın çoğunluğuna nasıl bir yaşamın layık görüldüğünü gösteriyor.
Türkiye’de ücretli çalışanların sayısı sürekli artmasına rağmen ücretlilerin milli gelirden aldıkları payın azalması ülke ekonomisinin kelimenin tam anlamıyla bir ‘düşük ücret ekonomisi’ haline getirildiğini gösteriyor. İktidarın çift haneli zam oranları açıklaması bile ‘düşük ücret’ politikası nedeniyle milyonlarca insanın en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmesinin görülmesini engelleyemiyor.
Bütçe açığı arttıkça açığı kapatmak için iktidarın elinde yeni zamlar, vergi artışları ve yüksek faizle borçlanma dışında fazla seçenek kalmadı. Temel tüketim ürünlerine yönelik zamlar ve yeni vergi artışları ile bütçe açığı kapatılmaya çalışılırken diğer taraftan enflasyonun artmaya devam etmesi, kaşıkla verilen ücret/maaş zamlarının kepçeyle geri alınmasına neden olacak.
Kaynak: Erkan Aydoğanoğlu/Günlük Evrensel