Her yıl aralık ayında yapılan asgari ücret görüşmeleri 11 Aralık Pazartesi günü resmen başladı. İki yıldır yüksek enflasyon nedeniyle yılda iki kez zam yapılan asgari ücrete 2024’ten itibaren yılda bir kez zam yapılacak.
Asgari ücret, her ne kadar işçiler açısından sefaletin, emek sömürüsünün yasal olarak belirlenmiş ‘asgari’ ölçülerde sürdürülmesi anlamına gelse de milyonlarca işçinin çalışma ve yaşam koşullarını büyük ölçüde belirleyen en temel etken olmayı sürdürüyor.
Asgari ücretin temelinde ücretlerin belirli bir düzeyin altına inmesini engellemek, başka bir ifadeyle sermayenin sürekli yoğunlaştırdığı sömürünün sınırlandırılması yatıyor. 19 yüzyıl boyunca işçi sınıfının ağır bedeller ödeyerek sürdürdüğü mücadele sonunda kapitalistler ‘asgari ücret’ uygulamasını kabul etmek zorunda kaldılar. Asgari ücretin kabul edilmesi, işçi sınıfının yaşadığı sömürünün sınırlandırılması açısından önemli bir kazanımdı.
Asgari ücretin bir hak olarak kazanılması, ağır sömürü koşullarında işçilerin öncelikle fiziki varlığının korunmasını ifade ediyordu. Bu şekilde ücretlerin alt sınırı belirlenerek işçi sınıfının kendi içindeki rekabetin önüne geçmek ve sömürünün belli ölçülerde sınırlandırılması hedeflendi.
İşçi sınıfı, 2 yüzyılı aşkın süredir ‘insanca yaşayacak ücret’ talebini yükseltirken, karşısına ‘asgari yaşam’ kriterleri getirildi. İşçi sınıfı mücadelesinin güçlü olduğu yıllarda önemli kazanımlar elde edilirken, mücadelenin zayıfladığı ya da geri çekildiği dönemlerde işçilere ‘asgari ücret ve asgari yaşam’ standartları bile çok görüldü.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Anayasası’nın girişinde, işçi ve ailesinin, sadece geçimine yetecek ücret yeterli değildir, insan onurunun gerektirdiği harcama düzeyini sağlayacak bir gelir elde etmesi gerektiği yazar. Buna rağmen asgari ücret belirlenirken sadece çalışan işçinin harcamaları dikkate alınıyor ve aile bireyleri hesaba katılmıyor.
Türkiye, asgari ücretin satın alma gücü açısından OECD ülkeleri içinde son sıralarda yer alırken, haftalık çalışma saatlerinin en uzun olduğu ve çalışan iş gücünün yarısından fazlasının asgari ücret düzeyinde ücret aldığı tek ülke. OECD ülkelerinin çoğunda asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 5’i geçmiyor.
Çoğu Avrupa ülkesinde asgari ücret işe başlama ücreti olarak görülüp sadece birkaç yıl uygulanırken, Türkiye’de çalışma hayatı boyunca asgari ücretten başka ücret düzeyi görmeyen milyonlarca insan var. Son yıllarda yüksek enflasyon nedeniyle asgari ücrete oransal olarak yüksek zam yapılmış gibi görünse de asgari ücret artışları işçilerin satın alım gücünde yaşanan gerilemeyi telafi etmekten uzak kalıyor.
Türkiye’de asgari ücretle yaşam mücadelesi veren, hatta çoğu zaman fiilen asgari ücretin altında ücrete çalışmak zorunda bırakılan milyonlarca işçi ve ailesi açısından asgari ücrete yapılacak oransal artışların pek bir anlamı yok. Asgari ücretliler çok iyi biliyorlar ki, yapılacak artıştan çok daha fazlası birkaç ay içinde ceplerinden geri alınacak. Çalışan nüfusun yarısından fazlasını oluşturan asgari ücretliler ekonomik mucizeler yaratarak yaşamını sürdürmeye çalışırken, tıpkı vahşi kapitalizm döneminde olduğu gibi fiziken hayatta kalma mücadelesi vermeye devam edecekler.
Yüksek enflasyon koşulları ortadan kaldırılmadığı sürece, yapılan artış miktarı ne olursa olsun, kısa içinde asgari ücretin satın alma gücünün gerilemesi önlenemez. Bu nedenle asgari ücret artışı yapılırken, geçmişteki kayıpları telafi etmekten çok, gelecekteki fiyat artışlarından doğması beklenen kayıpların da dikkate alınması, işçiler için asgari yaşam değil, insanca yaşam koşullarına uygun bir ücret artışının yapılması gerekiyor.
Kaynak: Erkan Aydoğanoğlu /Günlük Evrensel