ATEŞ ÇEMBERİ

Her yıl olduğu gibi bu temmuz da hava sıcaklıklarından çok, temel tüketim maddelerine ardı ardına gelen zamlarla yakmaya başladı emekçileri. Yılın ikinci yarısına; iğneden ipliğe her şeyin fiyatının katlandığı, ancak ücretlerin bu artışları karşılamaktan uzak kaldığı bir tabloyla giriyoruz. Bu durum, milyonlarca emekçiyi geçim sıkıntısının ortasında, adeta alev alev yanan bir ateş çemberine itiyor.

Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) makyajlı verileriyle bile gizlenemez hale gelen hayat pahalılığı ve enflasyon gerçeği, mutfakta, pazarda, yaşamın her alanında yakıcı şekilde hissediliyor. Erdoğan-Şimşek programı adı altında yürütülen ekonomi politikaları, emeğiyle geçinmeye çalışan kesimlere “Sabırlı olmayı” önerirken sermaye sınıfına kaynak transferi hız kesmeden sürüyor.

Gıda fiyatlarındaki kontrolsüz artış, kira ve fatura giderlerinin ulaşılamaz hale gelmesi, emekçileri insanca yaşam koşullarından hızla uzaklaştırıyor. Ulaşım, eğitim ve sağlık hizmetlerinin bile maliyet hesaplarına kurban edildiği bir düzende, emekçiye dayatılan yaşam biçimi artık sadece yoksulluk değil, aynı zamanda sefalet koşullarında yaşamayı gündeme getiriyor.

Mevcut ekonomik politikaların temelinde açık bir tercihin olduğu bugün çok daha net görülmeye başlandı. Enflasyonla mücadele bahanesiyle uygulanan sıkı para ve maliye politikaları, özü itibarıyla ücretlerin baskılanması, kamu harcamalarının kısılması, sosyal desteklerin sınırlandırılması üzerine kurulu. Kamuda tasarruf adı altında işçilerden, emekçilerden kısılan her kuruş, devlet ihaleleri, teşvikler ve vergi indirimleri yoluyla sermaye gruplarına, özellikle de iktidara yakın şirketlere aktarılıyor. Bu “Kemer sıkma” politikası, aslında emekçilerin boğazına geçirilen ilmekten başka bir şey değil.

Kamuda çalışan 600 bin işçinin toplu sözleşme görüşmeleri tıkanmış durumda ve grev ihtimali daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir seçenek haline gelmeye başladı. Hükümetin ciddiyetten uzak zam teklifi kamu işçileri arasında büyük öfke yaratmış durumda. Benzer şekilde milyonlarca işçinin açlık sınırının 4 bin lira gerisine düşen asgari ücrete ara zam beklentisi hâlâ karşılık bulabilmiş değil. Hükümetin asgari ücrete ara zam yapılmaması yönündeki eğilimi milyonlarca işçiye “Açlık sınırının altında yaşamaya devam edeceksiniz” demekten başka bir anlama gelmiyor. Memur ve emeklilere ödenmesi beklenen “enflasyon farkı” da milyonlarca emekçinin yaşam koşullarını yılın ikinci yarısında daha çok zorlayacak gibi görünüyor.

Gıda fiyatlarındaki kontrolsüz artışın sürmesi, barınma maliyetlerinin (kira, elektrik, doğal gaz) artması, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimin zorlaşması, emekçileri temel insani ihtiyaçlarını karşılamakta çoğu zaman çaresiz bırakıyor. İnsanca yaşam, emekçiler için giderek ulaşılması uzak bir hayale dönüşmeye başladı.

İktidarın ısrarla sürdürdüğü mevcut ekonomi politikaları halkın sofrasındaki ekmeği her geçen gün küçültürken, emekçiler için yalnızca geçim sıkıntısı değil; geleceksizlik, güvencesizlik, borçluluk ve derinleşen yoksulluğun iç içe geçtiği çok katmanlı bir ateş çemberi yaratıyor.

Milyonlarca ücretli emekçinin içine itildiği ateş çemberi, sadece bugünü değil, emekçi çocuklarının geleceğini de karartıyor. Kırılma noktasına yaklaşan bu ekonomik sarmaldan çıkış, emeğin değerini merkeze alan, adil bölüşüme dayanan, sermayeye kaynak aktarımını değil üretimi hedefleyen köklü bir politika değişikliğinden geçiyor. Aksi takdirde sürekli genişleyen ateş çemberi, sadece emekçilerin değil, tüm toplumun geleceğini yakıp kül etmeye devam edecek.

Kaynak: Erkan Aydoğanoğlu/Günlük Evrensel