Ekonomik kriz alametleri

Erkan Aydoğanoğlu

Türkiye’de ekonomik kriz alametleri denilince, döviz kurunun ve faizin yükselmesi, borsanın düşmesi yani mali piyasadaki ekonomik parametrelerin dalgalanması akla gelir. Bunun nedeni ülkede halkın günlük yaşamıyla çok ilişkili olmasa da, ‘piyasalar’ın gelişim seyri, borsanın ve dövizin inip çıkması, ekonominin gidişatını anlamak açısından yeterli görülür. Borsa yükseliyorsa ‘Ekonomi tıkırında, işler yolunda’ kabul edilirken; borsa düşünce, ABD doları ve avro yükselirse ‘Yandık, bittik, battık’ söylemleri kullanılmaya başlanır. Oysa bizim gibi ülkelerde, ekonominin nasıl olduğunu görmek için asıl bakılması gereken, halkın günlük yaşamına doğrudan etki eden enflasyon ve işsizlik verileridir.

Türkiye ekonomisi, üretimden çok tüketime ve borçlanmaya dayanan, halkın günlük yaşamda etkisini hissetmediği büyüme rakamlarına rağmen ciddi bir darboğazın eşiğinde. Ekonominin büyük ölçüde yabancı sermayeye, sıcak paraya bağımlı olması, ekonomik dengelerin her an bozulma potansiyeli taşıması Türkiye’yi ‘En kırılgan ekonomi’ haline getirdi. Öyle ki, halkın günlük yaşamını doğrudan ilgilendiren işsizlik ve tüketici enflasyonunun birlikte değerlendirildiği ‘Dünya Sefalet Endeksinde’ Türkiye’nin 2018 sonu itibariyle 5. sırada yer alması bekleniyor.

Ekonominin içinde bulunduğu koşulların ağırlaşması ile birlikte kriz göstergeleri giderek belirginleşiyor. Bugüne kadar Erdoğan başta olmak üzere, iktidar temsilcilerinin söylemlerinin de etkisiyle, toplumun azımsanmayacak bir bölümü hâlâ ekonomide yaşanan sorunların geçici olduğunu, belli bir süre sonra ‘her şeyin yoluna gireceği’ni düşünüyordu. Ancak özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL ve 16 Nisan referandumu sonrasında daha da belirginleşen baskıcı ortam ve otoriter yönetim anlayışı, ekonominin gidişatı ile ilgili karamsarlığın giderek artmakta olduğunu gösteriyor.

Ülke ekonomisinde yaşanan ve giderek etkisini arttıran ekonomik sorunlara, ekonomi yönetiminin ‘içeriden’ uyarılarına rağmen, iktidar cephesi hızla yaklaşan ve ağır sonuçları olması kaçınılmaz olan tehlikeyi yok saymaya/görmezden gelmeye devam ediyor. Bugüne kadar her açıdan ‘pamuk ipliğine’ bağlı olan ülke ekonomisindeki olumsuz gelişmelere yönelik hiçbir tedbir alınmaması, OHAL’in tüm itirazlara rağmen ısrarla sürdürülmesi, iç ve dış politikada yaşanan gelişmeler, ülkeyi sadece ekonomik olarak değil, toplumsal ve siyasal olarak da köşeye sıkıştırmış durumda.

Resmi veriler, Türkiye’nin toplam borç stokunun milli gelire oranının 2002 seviyelerine ulaştığını, hane halkının geçimini büyük ölçüde borçlanarak sürdürdüğünü, nüfusun önemli bir bölümünün ciddi anlamda borç batağına saplandığını gösteriyor. Hane halkının bankalara olan borcu, 2002’de milli gelirin sadece yüzde 2’sini oluşturuyorken, 2017 sonu itibariyle 15’e ulaşmış durumda. Borçlar tıpkı bir kartopu gibi hızla büyürken,resmi verilere göre 16 yılda hane halkının bireysel kredi borcunun 189 kat, bireysel kredi kartı borcunun 21 kat, toplam kredi borcunun ise 75 kat arttığı görülüyor.

Ekonomik ve siyasal gelişmelerin iç içe girdiği ve birbirini doğrudan etkilediği mevcut koşullarda, OHAL’in de doğrudan etkisiyle iyice bozulan ekonomik göstergeler, Türkiye’yi 1994 ve 2001 krizlerine kıyasla çok daha ciddi bir ekonomik kriz ile karşı karşıya getirmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve bazı ekonomi kurmaylarının ‘ekonomide her şeyin yolunda olduğu’ şeklindeki gerçeklerden uzak söylemleri, ülke ekonomisini ciddi tehditlerle karşı karşıya getirirken, olası bir ekonomik krizin en çok kimleri etkileyeceği, krizin faturasının kimlere kesileceği bugünden görülebiliyor.

Kaynak: Evrensel