ÜCRET EROZYONU

Türkiye’de halkın ekonomisi, uzun süredir sırtına binen ağır yükler nedeniyle tarihin en zor zamanlarından birisini yaşıyor. Güncel veriler, özellikle dar ve sabit gelirli milyonların hayatını idame ettirmesinin adeta mucize haline geldiğini gösteren bir tablo çiziyor.

TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon verileri uzun süredir kimseye inandırıcı gelmiyor. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ve İstanbul Ticaret Odası (İTO) gibi kurumların açıkladığı alternatif veriler ve halkın gündelik alışverişlerde hissettiği fiyat artışları, gerçek hayat maliyetinin çok daha yüksek olduğunu gösteriyor.

Geliri nominal olarak sabit kalan, hatta vergi dili nedeniyle azalmaya başlayan ücretlilerin alım gücünü her geçen gün mum gibi eritiyor. Enflasyonun sadece fiyat artışı değil, aynı zamanda bir “gelir erozyonu” mekanizması olarak işlemesi, başta asgari ücretliler olmak üzere tüm ücretli emekçilerin yaşanan ücret erozyonundan en sert şekilde etkilendiğini gösteriyor.

Gerçek enflasyonun ücret artışlarının çok üzerinde seyretmesi, reel ücretlerde (Enflasyondan arındırılmış satın alma gücü) keskin bir düşüşe neden oldu. Uluslararası çalışmalar da Türkiye’de reel ücretlerin son yıllarda dünyada en çok düşen ücretler arasında olduğunu teyit ediyor. Asgari ücrete yıl başında yapılan yüzde 30’luk artış enflasyon karşısında anlamını hızla yitirerek, asgari ücretle çalışanların fiilen daha da yoksullaşmasını beraberinde getirdi.

Ücret gelirlerinin giderleri karşılayamaması, kaçınılmaz olarak borçlanmaya yol açıyor. Tüketici kredileri ve kredi kartı borçlarındaki artış, dar gelirli kesimin günü kurtarmak için geleceğini ipotek altına aldığını gösteriyor. “Borçla geçinme” sarmalına giren ücretli emekçiler, borç faizleriyle daha da derinleşen bir geçim sıkıntısı içine itiliyor.

Gıda, barınma, elektrik, doğal gaz, ulaşım gibi zorunlu harcamalardaki büyük artışlar, bütçeyi ciddi anlamda zorlamaya devam ediyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun (BDDK) mayıs sonu verileri, hane halkının toplam kredi borcunun bir yılda yüzde 43; bireysel kredi kartı borçlarının bir yılda yüzde 50 arttığını gösteriyor. Bu borcun üçte ikisi gıda, fatura ve kira ödemeleri için kullanılıyor. Bu veriler Erdoğan-Şimşek programının milyonlarca ücretli emekçiyi gelir yetersizliği ve enflasyon baskısıyla “Yaşamak için borçlanmak” zorunda bıraktığını gösteriyor.

Yüksek faiz oranlarına rağmen tüketici kredileri ve kredi kartı borçlarındaki artışın, gıda enflasyonundan daha hızlı olması en temel ihtiyaçların bile borçla karşılandığını gösteriyor. Ayrıca kredi geri ödemelerinde yaşanan bozulma (icra takip oranı artışı) ekonomi açısından ciddi anlamda riskli bir durum.

Mevcut asgari ücret, bir insanın veya ailenin insan onuruna yaraşır bir şekilde, temel ihtiyaçlarını karşılayarak yaşaması için yeterli değil. Açlık sınırının altında kalan bir ücreti “en az geçim ücreti” olarak değerlendirmek yerine “sefalet ücreti” olarak ifade etmek daha doğru olur.

Temmuz ayında asgari ücrete ara zam yapılması ücretlerde yaşanan erozyonun hızını kesmek açısından önemli. Asgari ücrete ara zam, aynı zamanda bir süredir yaşanan ve ülke ekonomisi açısından giderek tehlikeli boyutlara ulaşan yüksek borçluluk krizini hafifletmek için de gerekli.

Milyonlarca emekçi ve ailesinin en temel gıda ihtiyaçlarını karşılayamadığı, çocuklarda ciddi anlamda yetersiz beslenme sorunlarının yaşandığı bir dönemde “makroekonomik dengeler” laf kalabalığı olmaktan öte gitmiyor. Temmuzda yapılacak ara zam bir tercih değil, ekonomik verilerin ve insani gerekliliklerin dayattığı acil ve kaçınılmaz bir önlem olarak görülmelidir.

Kaynak: Erkan Aydoğanoğlu/Günlük Evrensel