Erkan Aydoğanoğlu
Türkiye, OECD ülkeleri arasında en düşük istihdam oranına sahip ülkeler arasında açık ara önde. Bir ülkede istihdam edilen nüfusun (15-65 yaş arası) çalışabilir durumdaki çağ nüfusuna oranını ifade eden istihdam oranı, OECD ülkelerinde ortalama yüzde 68 iken, Türkiye’de bu oran resmi verilere göre yüzde 46. Başka bir ifade ile Türkiye’de çalışabilir durumdaki her yüz kişiden 46’sı istihdam ediliyor, 54’ü ise istihdamda görünmüyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), haziran 2019 döneminde gerçekleşen resmi işsizlik verilerini açıkladı. TÜİK’e göre haziran 2019’da geçen yılın aynı dönemine göre resmi işsiz sayısı 938 bin kişi artarak 4 milyon 253 bin kişiye ulaşmış. 2019’un ilk yedi ayı (ocak-temmuz 2019) itibariyle 1 milyon 345 bin kişinin işsizlik sigortası ödeneği almak için İŞKUR’a başvurduğu dikkate alındığında, işsizlik sorununun ekonomik krizin en önemli sonuçlarından birisi olduğu görülüyor.
TÜİK’in işsizlik hesabı, benimsenen istatistik tekniğinin bir sonucu olarak ortaya çıksa da, gerçek işsizlerin tespiti konusunda sağlıklı sonuçlar verdiği söylenemez. TÜİK’e göre istihdam edilmeyen, iş aramak için son dört hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan kişiler işsiz olarak kabul ediliyor ve resmi işsizlik oranı buna göre hesaplanıyor. TÜİK’in işsizlik tanımı ve hesaplama yönteminin ILO ve AB standartlarına uygun olduğunu belirtelim. Yani işsizlik rakamları sadece bizde değil, dünyanın diğer ülkelerinde de benzer yöntem ve tanımlarla hesaplanıyor.
TÜİK’in işsizliği hesaplarken benimsediği yönteme rağmen, açıklanan rakamlarla ilgili önemli soru işaretleri var. Örneğin Türkiye’de çalışmak isteyenlerin sayısı son beş yılda ortalama 800 bin artarken, son bir yıl içinde yaşanan ekonomik krize rağmen bu sayı sadece 137 bin kişi artmış. Böyle olunca normalde çok daha yüksek olması gereken işsizlik oranı, olması gerekenin çok altında açıklanmış oluyor.
Toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren işsizlik, enflasyon vb. konularda yapılan hesaplar ve kamuoyuna açıklanan veriler gerçek durumu olduğu gibi yansıtmaktan uzak olduğu için inandırıcı bulunmuyor. Örneğin İŞKUR, haziran 2019’da iş bulmak için kayıt yaptıran işsiz sayısını 4 milyon 418 bin kişi olarak açıklarken, TÜİK aynı dönem için hesapladığı işsiz sayısını 4 milyon 254 bin kişi (fark 164 bin) olarak belirlemiş. Ülkede kayıt dışı çalışma oranı artarken, kayıtlı işsizlerin bile bir kısmının TÜİK’in işsizlik hesabında görünmemesi kafalardaki soru işaretlerini arttırıyor.
Gerek TÜİK’in, gerekse İŞKUR’un işsizlik verileri, resmi olarak kabul edilen ‘dar tanımlı’ işsizlik verilerini gösterdiği için işsizlik sorununun sadece bir kısmını yansıtıyor. Bu noktada herhangi bir nedenle işini kaybeden, ekonomik kriz koşullarında düzenli gelir ve sosyal güvenceden mahrum kalanların tamamının hesaba katıldığı ‘geniş tanımlı’ işsizliğe bakmak gerekiyor. Türkiye ekonomisinde yaşanan küçülmenin kaçınılmaz sonucu olarak dar ve geniş tanımlı işsizlik verilerinde açıklanan rakamların çok daha fazla olması gerekiyor.
Ülkenin içinde bulunduğu koşullar dikkate alındığında, işçi ve emekçiler açısından işsiz kalmak, düzenli bir gelirden yoksun olmak bugün için en büyük korku, en önemli tehdit olmayı sürdürüyor. İktidarın yıllardır sürdürmekte ısrar ettiği mevcut ekonomik politikaları sürdürdükçe daha da büyümesi beklenen işsizlik krizinin önümüzdeki süreçte sadece ekonomik ve toplumsal yönleriyle değil, aynı zamanda siyasal etkileri itibariyle de önemli sonuçlar ortaya çıkarması kaçınılmaz görünüyor.
Kaynak: Evrensel