Günümüzün can alıcı kıdem tazminatı konusu salt hukuk mücadelesi olmayıp bir hak üzerine çökme ya da engelleme mücadelesidir. Bu konu alıkonulmuş ve zaman içinde işveren tarafından kullanılarak istismar edilmiş temel haktır; bir bakıma sistemik hırsızlıktır. Sermaye sahipleri üzerine çöktükleri parayı vermek istemeyebilir, zaten işin asıl sorumlusu onlardır. Emekçiler ise doğal olarak, ancak şimdilik biraz bulanık bilinçle mücadelelerini sürdürebilirler. Asıl mesele siyasi erktedir. Siyasi erk sistemik hırsızlığın mı, yoksa gerçek hakkın mı yanındadır! Mesele böylece ortaya koyulursa ve sendikalar tarafından işlenirse, o zaman kavga netleşir.
Başlıklarıyla ortaya koyulmuş bu ifadeyi biraz açalım. Emekçi çalıştığı dönemde toplu sözleşme koşullarıyla, yani kapitalist piyasanın belirlediği sömürü oranına göre ücretini alır. Ne hazindir ki, bu ücrete şükreden emekçi nasıl istismar edildiğinin farkına varamaz. Oysa gerçekte emekçi yarattığının ancak bir bölümünü alabilmekte geri kalan miktar üzerinde teşkilatlanma ve sair satış organizasyonu maliyeti çıkarıldıktan sonra büyük miktar patrona kâr olarak kalmaktadır. İşte büyük miktarın içinde bir bölümü de emekçilerden alıkonulan ve patronun serbest kullanımında olarak, üzerinden faiz kazancı sağlayabileceği ya da işleterek kâr edebileceği bir bölüm bulunmaktadır. Kıdem tazminatının ana çıkış noktası burası olarak alındığında bunun için bir hukuk mücadelesine gerek kalmaz. Bu pay bir mutlak haktır ve hiçbir mücadeleye gerek kalamadan emekçilere verilmelidir.
Mesele bununla da bitmemektedir. Şöyle ki, sermayedar emekçiden alıkoyduğu bu parayı işletirken onun üzerinden kâr ya da faiz elde etmiştir. Kıdem tazminatının saptanmasında bu gelirlerin hesaba katılmaması emek üzerinde ilave sömürüyü yansıttığı halde, denebilir ki, bu para yatırıma sevk edildiği için yeni istihdam olanakları oluşturularak emekçi piyasasına katkı yapılmıştır. Bu sav ileri sürülürken doğruluğu bir yana gerekçesi de savunulabilir olmakla beraber, işin ikinci yüzü patronun emekçiden alıkoyduğu her kuruşu makineleşmeye yönlendirildiği durumda ise bırakalım yeni istihdam alanı yaratılması, var olan istihdam kapasitesini dahi kısma durumu ile karşı karşıya gelinir. Hal böyle olunca kıdem tazminatı etrafında ileri sürülebilecek savlar çeşitlenebilir.
Ara sıra gündeme gelen emekçi fonu meselesi, sömürüye meydan vermeden, hatta ücret üzerindeki sömürüyü hafifletme amacıyla ve kaynakların kamu kesimince el koyulmasına da set çekebilecek bir ücret fonu ya da emeklilik sigortası olarak düşünülebilir. Bu teklif çok istismara açık bir durum da yaratabilir. O nedenle her adımın çok dikkatli saptanması ve ona göre atılması olmazsa olmaz koşuldur. Birincisi, ücret saptanırken, üzerinde hiçbir kısıntı yapılmadan, gayrisafi miktar üzerinden sendikaların iş birliği yapacakları bir oranda emeklilik fonu kesilmelidir. Bu fon, emekçilerin ve kamu otoritelerinin oluşturacağı bir komite tarafından yönetilmelidir. Bu organizasyonu kuran hükümlerin ilk maddesine hiçbir şekilde bu fondan bütçeye ve sair kamusal ihtiyaçlara kaynak tahsisinin yapılmayacağı koşulu koyulmalıdır. Daha başka sıkı hükümlerle paranın, ancak devlet tahvili ya da sair güvenli bazı yatırımlarda kullanılabileceği, bu yolla nemalandırılabileceği saptanmalıdır. Maalesef, kapitalist sistemde emekçiler açısından kısmi güvenlik ancak bu yollarla sağlanabilir.
Görülüyor ki, emekçi fonları, yani emekçi haklarının kısmi karşılıkları patrondan da devletten de ayrılmalıdır. Patronun bu paraları kullanarak emekçiler üzerinde doğrudan veya dolaylı yeni sömürü yolları oluşturması engellenmelidir. Devlet ise, patron yanlılığı ile emekçilere sırtını dönerek, paraların emekçilerin eline değil de patrona ya da bütçe kanalı ile yine patrona gitmesini önleyecek önlemler alınmalıdır.
Bu bir öneridir. Emekçileri patronlaştıracak olarak görülebileceği gibi, kısa yazıda öngörülemeyen bazı sakıncaları da olabilir. Bunların hepsi açık yüreklilikle, hepsinden önemlisi, emek yanlı ve emekçiyi patronlaştırmama açılarından ele alınarak tartışılmalıdır. Şu kesin ki, emeklilik işi patron ve onun siyasi temsilcisi partilere bırakılamaz, bırakılmamalıdır.
Kaynak: İzzettin Önder/Evrensel